21 Eylül 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


DÜNYANIN EN ÜNLÜ RESSAMI
SALVADOR DALİ
Sakıp Sabancı Müzesi’nde dün “İstanbul’da bir sürrealist: Salvador Dali” sergisi açıldı. Ressamın çok sayıda eserini bir araya getiren bu “retrospektif” serginin çok ses getireceği şimdiden söylemek bir kehanet olmasa gerek. Dünya tarihinde belki de üzerine en çok konuşulmuş ressam olan Dali’yi, sansasyonal yanıyla değil gerçek kimliğiyle tanımak için bu sergi iyi bir fırsat...

Dali üzerine yazmaya “Dali ve Ben” diyerek başlayalım. Ne de olsa bu adı taşıyan bir de (çok da başarılı) bir roman var. Evet herkesin bir Dali tarihi var. Bazılarınınki yeni başlayacak belki de... Ama şüphesiz bir yerden de başlamak gerekiyor.

Altmışlı yıllarda, ilk gençliğimin arayışları arasında iki akım beni çok etkilemişti. Biri varoluşçuluk, diğeri de gerçeküstücülüktü bu akımların. Hatta Camus’nun bir kitabını Max Ernst’in deseniyle kaplayıp, kendimce ikisi arasında özel bir ilişki de kurmuştum! Varoluşçuluğu bir kenara koyup (aslında onun da bu hikayede yeri var ama), gerçeküstücülüğe geçelim. O dönemin sınırlı olanakları içinde elimize ne geçerse okuyoruz işte. Küçük bir kitap vardı, yanlış hatırlamıyorsam De Yayınlarından: Gerçeküstücülük adını taşıyan bir derleme. Okuyup çarpıldığımı hatırlıyorum. Ressamlar arasında ise beni ilk yakalayan Max Ernst oldu. Salvador Dali’yi ise daha sonra tanıdım. Çoğu insan gibi ben de ilk kez eriyen saatleriyle karşılaştım (asıl adı “Belleğin Azmi”), şimdi hatırlamıyorum hangi dergi ya da kitapta ama karşılaştım işte. Ernst’in seçilmiş imgeleri, etki gücü yüksek desenciliği beni çok etkilemişti. Dali’nin resimleri ise bambaşka bir etki yarattı bende. Özeti: Resmi bırak anlattığına bak... Dali bana yepyeni bir dünya sunuyordu, bilmediğim bir dünya. Gerçeğin ötesinde başka gerçekler de olabileceğini. Gerçeğin sonsuzluğunu...

Provakatör teşhirci

Dali’nin resimlerine yeteri kadar vakıf olamadan, onun magaziner yanıyla tanıştım. Tanışmamak ne mümkündü ki; gazeteler, dergiler onun “çılgınlıkları”nı aktarmak için yarış ediyorlardı zaten. Gelmiş geçmiş en provakatör kişilik olduğunu kısa sürede anlayacaktım. Hiç bir değere bağlı kalmayan, sınır tanımayan, sonuna kadar saldırgan bir kişilikti bu. Kendi deyimiyle “paranoyak” ruhunun yarattığı imgeleri de teşhirciliğini sonuna kadar kullanarak ortaya döküyordu. Ortaya döktükleri, yanı tabloları ise kapış kapış alınıyordu. Dali “en değerli mal” olmasından hiç de rahatsız değildi. Kendi deyimiyle “döneminin en büyük yosması” olmaktan hoşlanıyordu. Şöyle diyordu günlüğünde: “Altına karşı hiçbir ödün vermemenin en basit yolu ona sahip olmaktır. Bir kahraman hiçbir bağımlılığa girmez!”

Ben Dali’yi kapitalizmin yarattığı değerler dünyasının ilk ve hala aşılamamış en etkin provakatörü olarak görürüm. Bu dünya para üzerinde duruyorsa, sonuna kadar para. Bu dünya reklam üzerinde dönüyorsa, sonuna kadar reklam. Ve kalıplar, ikonlar, değerler bu dünyanın yalancı payandalarıysa, sonuna kadar yıkım. Andy Warhol’dan Damien Hirst’e uzanan “teşhirci” sanatçıların öncüsü ve hiçbirinin ulaşamayacağı kadar gerçek olandır Dali. Kendine çizdiği ve bize sunduğu “rol” ise Sex Pistols’dan Serge Gainsbourg’a kadar bir çok takipçi yaratmıştır. Zaten Dali, kendi için hazırladığı karnelerde “deha”, “estetik” ve “sapkınlık” açından 10 puan verir kendine. Ah evet, bir de “bıyık” elbette! Sıfır ya da eksi sıfır verdiği konular ise; “çocuk sevgisi”, “adalet”, “merhamet” ve “doğa sevgisidir”. Dali onu sevmemeniz için elinden gelen herşeyi yapacaktır inanın!

Sergi ve Dali

İçimdeki Dali tarihini bir yana bırakıp, Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan sergiye doğru yürüyelim. Bahçe kapısından girince, bizi ekmek ve yumurtalardan oluşan bir kule karşılıyor. Figueres’deki Dali Tiyatro Müzesi’ndeki kale-kulenin bir replikası. Yukarı doğru çıkıyoruz. Serginin girişinde bir “karşılama bölümü” var, ama bir de gariplik. Dali tipi bir gariplik değil bu, zemin desenleri op-art bir mekan burası. Dali’yle ne alakası var diye düşünüyorsunuz. Merak edip araştırırsanız, bunun serginin sponsoru olan Akbank’ın Bettina Hakko’ya yaptırdığı “özel bir bölüm” olduğunu öğrenirsiniz. Serginin içeriğinden alınmış bir desen daha yakışmaz mıydı diye soruyor insan, ister istemez...

Bu gereksiz ayrıntıyı bir kenara bırakırsak, Salvador Dali sergisi bence çok önemli bir iş yapıyor. Bir “sansasyon” zirvesi olan, bu dünyanın gelmiş geçmiş en “ünlü” ressamını; bu ögelerinden soyuyor, bir gerçeklik halinde karşımıza getiriyor. Dali’ye bir efsane olarak değil, bir ressam olarak bakma şansını ediniyorsunuz. Bu, niyetinize göre sizi sevindirebilir, ya da bir mitinizin yıkılışını görmekten dolayı üzülebilirsiniz. Ama artık Dali’yi gerçekten tanıma şansımız var, bu şansı kullanmak en akıllısı. Yıllar önce kendi de yazmıştı, bıyığın sonunda bize saplanacağını ve eklemişti: “İnsanlar sayemde bir gün eserimle de ilgilenmek zorunda kalacaklar.” Dediği de oldu işte...

Dali’ye sakin bir sergi

Sergi’nin kuratörü Montse Aguer Teixidor ve serginin düzenleyicisi Metin Deniz, Dali’nin kendini tanıtmak için seçtiği yolları bir kenara koymuşlar ve oldukça sakin bir sergilemeyi yeğlemişler. Bu da çok tartışılacak. Eğer aradığınızı bulmak için sergiye gelmişseniz hayal kırıklığı duymanız mümkün. Çünkü size basında Dali’nin deliliği hep ön plana alınarak anlatılmış. Hayatı boyu yaptıklarıyla zaten bu zemini Dali hazırlamış. Afişte gözümüze giren Dali’nin bıyığıni sergide bulamayanlar, bu durumu eleştirecek. Serginin anlatmak istediklerine açık davranırsanız, ressam Dali’yle tanışmanız da mümkün. Sergide onun her döneminden örnekler ve bunlarla ilgili açıklayıcı panolar kullanılmış. Sergi mekanının büyük salonu ise, serginin sakinliğini bilerek bozuyor. Burada Dali’nin Tiyatro Müzesi’nin en görkemli salonu yeniden yaratılmış. Görkemli ama yine sansasyonel değil. Bilgi verici, onu tanımamıza yönelik bir anlayış burada da devam ediyor...

Benim için bu sergideki en ilginç keşifler, Dali’nin illüstrasyonları ve film çalışmaları ile tanışmak oldu. Sergide “Salvador Dali’nin Gizli Yaşamı”, “ Mancha’lı Don Quichotte” ve ”Dante’nin İlahi Komedyası” adlı kitaplar için yapılmış illüstrasyonları beğeniyle izledim. Dali’nin Bunuel’le birlikte çektikleri gerçeküstü filmleri biliyordum elbette. Ama onun Holywood çalışmalarından bihaberdim. Meğer Marx Biraderler’le hayata geçmese de bir dönem çalışmış. Hitchcock’un Spellbound (Öldüren Hatıralar) filminin rüya sahnelerini tasarlamış. Walt Disney’in de Destiny (Kader) adlı kısa filminin dekorlarını hazırlamış. Sergi’de Dali’nin bir şekilde dahlolduğu bütün filmleri seyretmek mümkün!

Serginin en alt katında Ara Güler’in çektiği Salvador Dali fotoğraflarını görebiliyoruz. Ara’nın Yeryüzünde Yedi İz adlı kitabında bu fotolar yanısıra, onların nasıl çekildiğinin de enfes bir hikayesi var. Elinize geçerse mutlaka okuyun. Sonuç olarak, Dali Sergisi, çağımızın en ünlü ressamını tanımak için olağanüstü bir fırsat. Mutlaka değerlendirin!

GALA. İLGİNÇ BİR AYRINTI
Sergiyi gezip yazılanları okuyunca, Dali’nin karısı Gala’nın bu yaşam öyküsünde ne denli önemli bir yer taşıdığını anlıyorsunuz. Luis Bunuel anılarında, Gala’nın Dali’ye adeta büyü yaptığını söyler. Güvenilir olmayan kaynaklara göre Dali ile Gala sadece bir kez yatmışlardır ( Dali’nin cinsel yaşamının pek başarılı olmadığı bilinen bir ayrıntı aslında). Ama Gala, Dali’nin dilinden ve tuvalinden hiç eksik olmamış. Bu ilginç kadın hakkında Türkçe’de bir de kitap var. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu kitap Gala’ya Mektuplar adını taşıyor. Yazarı ise ünlü şair Paul Eluard. Gala önce Eluard’la evli. Sonra 1929 yılında Dali’yle tanışıyorlar ve Gala Eluard’dan boşanıp Dali’yle evleniyor. Öte yandan kitaba konu olan Eluard-Gala mektuplaşmaları ise 1924-1948 yılları arasında yazılmış. Zaman zaman buluşup birlikte olduklarını da anlıyoruz bu mektuplardan. Dedik ya, Gala çok ilginç bir kadın! Man Ray’ın çektiği fotoğraflardan da anlayabilirsiniz bunu...

DALİ ÜSTÜNE KAYNAKLAR
Salvador Dali Sergisi için yayınlanan Katalog elbette olağanüstü. Ama bunun dışında neler var elimizde, bir bakalım. Piyasada biri Boyut Yayınlarına ait iki albüm kitap var Dali hakkında. Bir iki gün içinde Akbank Yayınları buna bir yenisini ekleyecek. Montse Aguer Teixidor’un metniyle Gala-Salvador Dali Vakfı’nın sahip olduğu koleksiyondan seçmeleri sunan kitabın çevirmeni Ayşen Anadol.

Yazımın başında adını andığım Dali ve Ben. Sürreal bir Hayat adlı roman ise Stan Lauryssens tarafından yazılmış. April Yayıncılık’tan çıkan kitabı Baysan Bayar türkçeleştirmiş. Roman filme de alınmış. Dali’yi Al Pacino oynuyormuş ve gelecek yıl piyasaya sürülecekmiş... Çok keyifle okunan ve Dali hakkında da epeyi şey öğreten bir kitap bu.

Salvador Dali imzalı sayısı epeyi fazla olan kitabın sadece ikisi Türkçe’ye çevrilmiş. Salvador Dali’nin günlüklerinden oluşan Bir Dahinin Güncesi İmge Yayınları’ndan çıkmış ve Semih Aközlü tarafından çevrilmiş. Dali’nin Büyük Mastürbator adlı şiiri ise Gürhan Tümer tarafından çevrilerek Varlık Yayınları’nca piyasaya sürülmüş. İkisi de kitapçılarda bulunabiliyor.

Dali’yle ilgili bir oyun bundan on küsur yıl önce Tiyatro Stüdyosu tarafından sahnelenmişti. Histeri adlı bu oyun Terry Johnson tarafından yazılmış, Işıl Kasapoğlu tarafından da yönetilmişti. Freud ile Dali’yi karşı karşıya getiren bu oyunu (ki bu iki şahsiyet gerçekten b.ir araya gelmişlerdi) ne yazık artık seyretme şansımız yok. Dali sergisine paralel olarak Akbank Sanat’ın özel olarak hazırladığı bir oyun ise Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor adını taşıyor. İlk temsili dün gerçekleşen oyunun yazarı Jose Rivera. Çevirmeni ve yönetmeni ise Mehmet Ergen.

Hiç yorum yok: