14 Eylül 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


RAMAZAN VE ALIŞVERİŞ
Roger Garaudy bir zamanlar Sosyalizm ve İslamiyet diye bir kitap yazmıştı, bilmem hatırlar mısınız... Üstad, son zamanlarda Türkiye’ye gelse herhalde kaleme alacağı yeni kitabın adı Kapitalizm ve İslamiyet olurdu. Son yirmi yıl içinde bu iki kavram öylesine birbirine uyumlu bir biçimde gelişti ki, insan şaşırıp kalıyor. Hele Ramazan ayında bu beraberlik inanılmaz boyutlara varıyor. İftar sofralarının baş içeceği kola oldu meselâ... Bütün otellerde “beşyıldızlı iftar sofraları” pazarlanıyor. Süper marketler “Ramazan paketleri”nin faydalarını anlatıyor. Kredi kartları bile Ramazan harcamalarımızı ertelemek için özel çaba gösteriyor. Tüketim toplumu Anneler Günü, Sevgililer Günü gibi değerlendirip, Ramazan ayına özel bir kampanya yürütüyor. Üstüne üstlük bir gün değil, bir aydan söz edildiğinin de elbette farkında. Ardından da bonusu, bayram gelecek...

Eskiden Ramazan v e alışveriş denince akla gelse gelse Beyazıt Sergisi gelirdi. bu sergi her Ramazan Beyazıt Camiinin avlusuna kurulur ve bir ay sürerdi.
Sermet Muhtar Alus, “mübarek ayın girmesine bir hafta kala hazırlıklara girişilir, küçürek küçürek ahşap barakalar çatılır, içlerine mallar istif edilerek arife günü her şey tamamlanır; 30 Ramazan [günü], hele ikindiden sonraları iğne atsan yere düşmezdi,” diye anlatmaya başlar.

Baharatın binbir çeşidi

Alus, Beyazıt Sergisi’nde neler satıldığını da ayrıntılı olarak hatırlar: “Meydana karşı kapıdan girilince sağda İrani Hacı Babanın köşesi. İçinde neler yok? Baharatın türlü türlüsü: Yenibahar, kırmızı biber, akbiber, karabiber, kimyon; karanfil; kuru nane; tarçın, kekik, safran; çörekotu, üzerlik, kına; sübyanların karın ağrılarına papatya, minnacık hindistancevizi; limonlu, tarçınlı, naneli, güllü; yayvan; şeffaf, ağza alınınca fondan gibi erir şekerler; bu şekerlerin daha devalılarından mideyi tashihe, tutkunluk veya sürgünlük vermeye yarayanlar; kutu kutu macunlardan hâzımı, kabızı, müleyyini; bedene kuvvet bahşedeni, hindistancevizi lohukları, Acem pilâvına elverişli Amberbu pirinci, sütlâçlık sakidane.

Kara papaklı, kara sakallı, kara setreli Acem baba, yanında kınalı sakallı yardağı, birinde ses gevrek ve tiz nerdeden öbüründe kısık ve baso perdesinden gayet ve karlı vekarlı, gözleri süze süze, İsfahandan makamı tuttururlar; alış veriş esnasında bile nağmeleri kesmezler: ‘Kokkulu bahar, kokkulu bahar!..’

Tespihçi ve Reji barakaları

Alus devam ediyor anlatmaya: “Karşılarında Buharalı tesbihçinin köşesi vardı. Yanından salâvatla geçilir; oruç keyfinde olduğu için kaşları çatık, sokulana, tesbihlere dokunana, ‘alacaksan al, almıyacaksan elini çek,’ diye çemkirir. Sağa biraz yürüyünce; Inhisarı Duhanı Devleti Aliyyei Osmaniye’nin, yani mâhut Reji’nin barakası gelirdi. Raflarında Ramazaniyelik paketlerin gûneşi. Zıvana tarafları som yıldızlı, Yaka, Göbek sigaraları; 6 kuruşluk ekstra ekstralar, çeyreklik ekstralar, alâyişçe berikilerden geri kalmıyan, her keseye uygun yüzlüğe Bohçalar...

Üç beş adım ilerile, Matbaai Osmaniye şubesinin mostrasındakileri temaşaya var: Ciltleri, yaprakları yaldızlı mashaflar, enamlar; Dağıstanlı Emin Beyin klişeleri Viyanada yaptırılmış, İstanbulda renkli renkli pek nefis surette basılmış Musavver Tarihi Umem ve Musavver Tarihi Hayvanat nam kitapları. Daha ötede Mektebi Sanayiin mamülü teşhir edilirdi. Oymalı aymalı, sedef kakmalı, arabesk oda takımları; dolaplar, sekiz köşeli sigara sehpaları, demir eşyaları, torna tezgâhları, mengeneler, burgular; makkaplar; Tersanede inşası yirmi gün süren Hamidiye Fırkateyni Hümayununun, yine bura yapısı Heybetnüma kruvazörünün modelleri.”.

Günün sonunun nasıl geldiğini ise Halit Fahri Ozansoy anlatıyor: “İftara kırk, elli dakika kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kâğıtlara sarılı pide ve simitler ve başka iftariyelik paketlerle aile reisleri kapılardan çıkarak dağılmaya başlarlar, sergiler de kapanır, üstleri örtülürdü. Beyazıt sergisi bir gün daha ziyaret edilmiştir, fakat ertesi yahut daha ertesi gün tekrar buraya uğranılacaktır.”

KEHRİBARCI ALİ BEY
Beyazıt Sergisi’nin en ünlü simalarından biri olan Kehribarcı Ali Bey’i Semih Mümtaz S. şöyle anlatır: “Ali Efendi, şişmanca, beyaz sakallı kırmızı yanaklı, altın gözlüklü ve siyah setreli, kendisine göre de azametliydi. Ekseriya büyükler oturup sohbet ettiği için, küçüklere içeri girmeyerek yalnız selam verip camekanların önünden geçmek düşerdi.”

Ali Bey sigaraların takıldığı kehribar ağızlıklarıyla ünlüydü. Reji barakasından sigarasını alan Ercüment Ekrem Tâlu Ali Bey’in dükkanına doğru giderken bakın neler anlatıyor: “Ali Bey’in dükkânı da çok rağbet görürdü. Limoni, ateşi, som veya sıkma kehribardan yahut koyu pekmez renginde bağadan ağızlıkla sigara içmek o zamanki keyif ehlinin pek merakı idi. Tiryakiler, serginin bir kuytuluğuna sığınmış işportalı esnaftan kiraz ve yasemin ağızlıklar almayı da ihmal etmezler, mevsim kış ise kiraz, yaz ise yasemin kullanır ve bunlar için: “Dumanı tatlı veriyor..” derlerdi.”

Hiç yorum yok: