18 Kasım 2007 Pazar

PAZAR YAZILARI



DOĞU İLE BATI ARASINDA

Geçtiğimiz hafta Osmanlı Bankası Müzesi’nde ilginç bir sergi açıldı: Doğuyu Tüketmek. Kuratörlüğünü Prof. Dr. Edhem Eldem’in yaptığı sergiye girdiğinizde önce küçük bir televizyon ekranıyla karşılaşıyorsunuz. Ellili yıllarda Fransız televizyonundaki bir programda Dario Moreno “Mustafa” adlı şarkıyı söylüyor. Gerek dekor, gerekse Dario’nun jestleri egzotik bir doğu atmosferinin kokusunu taşıyor. Hem gizemli, ama hem de (tamam bunda Dario’nun da rolü var) komik! Herkes adına konuşmayayım ama, tüm yaşamımız boyunca içinde yaşadığımız ikilemlerin özeti bu klip. Hem bir modern haberleşme ürünü (klip), hem de eskiye ve doğuya dair imgeler taşıyor. Biz de hem bunun içinde yaşıyoruz, demek ki onunla bütünleşiyoruz; hem de bunu komik buluyoruz, demek ki aykırı hissediyoruz....

Edhem Eldem de doğuyla batı arasında yaşayan bir Türkiyeli aydın olarak belli ki bu ikilemleri hissetmiş ve konusu “doğu” olan bu sergiyi açmayı düşünmüş. Sergi çok özetle “19. yüzyıldan itibaren, batının tüketim kültüründe, tüketicinin hayal gücüne ve arzularına cevap verecek şekilde gelişen doğu imajını ve bu imajın yayılmasına imkan veren obje ve belgeleri konu ediniyor.”

Sergi salonuna girince bir nevi “direklerarası”nda buluyorsunuz kendinizi. Direklerin üstünde afişler asılı, altlarında ise kitap, kartpostal ve çeşitli objeler yer almakta. Aslında salon bu sergi için küçük. ( Binanın yakında restorasyona alınıp, bütünüyle sanat ve kültür merkezi haline getirileceği müjdesini aldık, söylemeden geçmeyelim). Ama fikri anlatmak için yeterli. Edhem Eldem, doğunun nasıl tüketildiğini daha önce sık başvurulan edebi metinler ve sanatsal ürünlerden örnekler vererek aktarmayı seçmemiş. Bu tüketimin günlük yaşama yansımasını sağlayan ürünleri yeğlemiş. Genellikle “efemera” sözcüğüyle tanımlanan, tüketim için üretilen nesneler var bu sergide. Bence konuyla da tam bir örtüşüm sağlıyor...

Serginin adı birçok açıdan doğru. Edward Sait’in kitabının sunduğu biçimde oryantalizm, elbette bu serginin de temel konusu. Ama Edhem Eldem daha geniş bir açıdan bakmayı yeğliyor. Düşünsel yönünden çok olgunun yaşam içindeki varoluşuyla ilgileniyor. Sergideki objeleri bize sunarken şöyle demekte: “[Bu objeleri] Batı’nın ‘hain bir hakimiyet planının’ bir parçası olarak kınalamalı mıyız, yoksa onları bir şekilde kabullenip sadece o dönemin zihniyetine ait olan, Doğu ile zaten sımsıkı bir şekilde bağlı olan başat klişelere bir tür boyun eğme olarak görebilir miyiz?”

Koca bir sergi ve onun kitabında aktarılan bilgileri özetlemek mümkün değil. Sadece işaret edelim. Edhem Eldem sergiyi dört başlık altında sunuyor: 1. Egzotizm, 2. Erotizm, 3. Tarihsellik ve 4. Etnografya. Sergilenen ürünler doğal olarak batı ülkelerinin (birçoğu kendi sömürgeleri olan) Fas’tan Filistin’e uzanan bir coğrafyaya bakışlarını yansıtıyor. Serginin belkemiğini oluşturan afşler Fas’taki önemli bir koleksiyondan sağlanmış. Kazablanka’da bulunan Abderrahman Slaoui Vakfı’nın elindeki zengin afiş koleksiyonundan elli kadar örnek seçilmiş. Gerek bu koleksiyonun belirleyiciliği, gerekse Edhem Eldem’in duyduğu özel ilgi nedeniyle serginin havası oldukça “frankafon”. Ama bu sergi için bir zaaf oluşturmuyor, hatta belki de belirli bir hat içinde kalarak derinleşmesini bile sağlıyor...

Sergiden çıktığınızda düşünmeye başlıyorsunuz. Ben bu “Doğu/Batı” ikileminin neresinde duruyorum öyleyse diye... Batının doğuya bu oryantalist merakla bakmaya başladığı yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu’nda da batılı olmak sevdası başladı. Jöntürklerden Kemalizme uzanan bir çizgide batılı/avrupalı olma mücadelesi verildi. Cumhuriyetle birlikte bu bir devlet politikası oldu. Doğulu ve islam olan her şey bu politikaya ters düştüğü için yok edilmeye (ya da üstü örtülmeye) çalışıldı. Ama aslında biz doğuda yaşıyorduk ve yaşam biçimimiz de doğuya aitti. Doğuda yaşayan batılılar gibiydik... Bu ikilem hâlâ tüm gücüyle yaşamızın ortasında bir düğüm gibi durmakta. Bizi açıklayan, ama bizi zorlayan bir düğüm gibi... Bu ikilemin farkında olan insanlar için aşılması zor bir durum...

“Doğuyu Tüketmek” sergisinden çıkıp aynı gün İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açılan Saltanatın Dervişleri/ Dervişlerin Saltanatı sergisine gittim. Burada oryantalizm yoktu, doğunun kendisi vardı. İstanbul’da mevleviliğin tarihi hatlar, resimler ve belgelerle sergileniyordu. Bu olağanüstü eserlere bakarken, aslında onlara artık hepimizin bir batılı gözlüğüyle baktığını farkettim. Doğunun içinden gelen bizler, artık doğulu gibi bakma özelliğimizi kaybetmiştik. Bu sadece kentli, aydın insanlara özgü bir durum değildi. Tüketim toplumunun gelişmesiyle birlikte, tüketen her insan yeni bir bakış açısı edinmişti. Kapitalizmin kalesi olan batının bakış açısı odak noktamızı ele geçirmişti. Artık istesek de, istemesek de tek bir noktadan bakabiliyorduk. Doğunun içindeki batılıydık. Ama gerçek anlamda ne doğuda, ne de batıda hissediyorduk kendimizi. Belki de havada asılı duruyorduk. Belki de “doğuyu tüketmek” aslında buydu...