10 Kasım 2007 Cumartesi

MÜZİK YAZILARI




10 HAS NINA SIMONE YORUMU

Giderek çok daha fazla Nina Simone parçası dinlemeye başladığımızın farkında mısınız? Sanırım son on yıldır onun gücünü film yapımcıları ve reklamcılar da farkettiler. Soundtrack’lerde ve reklam filmlerinde sık sık kullanılması bunun kanıtı. Elbette bunda Nina Simone’un çok farklı bir sanatçı olmasının rolü büyük. Müzik dünyasında ondan etkilenenlerin sayısının da oldukça fazla olduğunu biliyoruz. Hayat içindeki yer alışı, politik konulardaki kararlı tutumu ve bir kadın olarak ayakta kalma mücadelesi onu cazip kılan noktalar arasında. Ama sanırım yarattığı etkinin en önemli yanı adeta toprağın derinliklerinden gelen sesinde ve şarkılarına yüklediği olağanüstü güçte yatıyor. Nina Simone’dan etkilenen sanatçıların listesi oldukça uzun. İlk akla gelenleri sıralamaya çalışalım. Alicia Keys, Dionne Warwick, Bonnie Raitt, Shirley Bassey, Aretha Franklin, Lauryn Hill, Joan Armatrading
Dee Dee Bridgewater, Rickie Lee Jones, Sade, Marianne Faithfull, Norah Jones, Marla Glen, P.J.Harvey, Laura Nyro, Tanita Tikaram, Sarah Jane Morris, Patricia Barber (son abümünde Nina için Icarus adlı bir şarkı bile yazdı), Madeleine Peyroux, Lhassa, Walkabouts, Jeff Buckley, Antony, Will Oldham, Damien Rice, Devendra Banhart, Rufus Wainwright. Bu liste uzar gider.

En sevdiğimiz Nina Simone yorumlarını tanıtmaya çalışacağımız bu yazıya başlamadan önce, Simone’nun da çok farklı bir bir yorumcu (yorumu burada cover anlamında kullandığımı söylememe bilmem gerek var mı) olduğunu belirtmemiz gerekli. Onun yorumladığı şarkıcı ve topluluklar Beatles’dan Leonard Cohen’e, Bob Dylan’dan Bee Gees’e, Jacques Brel’den Screaming Jay Hawkins’e kadar uzanan bir çeşitlilik taşır. Ama Nina Simone hepsinden yeni bir şarkı çıkarır koyar önümüze. Sözü fazla uzatmadan en sevdiğim on Nina Simone şarkısı yorumunu sıralamak istiyorum.

Anne Sofie von Otter, The Other Woman, CD Anne Sofie von Otter meets Elvis Costello. For The Stars (2001)

Şarkı Elvis Presley için de çalışmış olan Jesse Mae Robinson tarafından yazılmış. Nina Simone gibi kocalarından pek çekmiş bir kadın için “öteki kadın”dan söz etmenin pek kolay olmadığını takdir edersiniz. Ama ilginçtir, bu şarkı öteki kadına hüzünle yaklaşıyor ve onu anlamaya çalışıyor. Simone şarkıyı 1959 yılında doldurdu. Altmışlı yıllarda ise Shirley Bassey plağa okudu. En bilinen yorumu ise Jeff Buckley tarafından yapılanı. Biz Elvis Costello’nun İsveçli soprano Anne Sofie von Otter için yaptığı albümden seçtik. Nina Simone’un yorum gücüne ulaşamasa da, Otter parçanın ruhunu aktarmayı başarıyor.

Feist, Sealion [Woman] CD The Reminder (2007)

Aslında şarkının adı See Line Woman, anlamı konusunda ise rivayet muhtelif. Ama okunuşun aynı olmasından destek alarak ve elbette daha yakışıklı olduğu düşünülerek Sealion (deniz aslanı) biçiminde söylemeyi tercih edenlerin sayısı oldukça fazla. Aslında eski bir halk şarkısı. Otuzlu yıllarda George Bass adına tescil edilmiş, Christine ve Katherine Shipp tarafından da plağa okunmuş. Nina Simone’un ilk yorumu ise 1964 yılı New York Carnegie Hall konser albümünde bulunmakta. Parçayı daha sonra yorumlayanlar arasında Randy Crawford da var. Şarkı Afrika beat ritmleri taşıyan çok güzel bir dans parçası olduğu için sık sık remiksi yapıldı. Kanadalı şarkıcı Feist bu yıl çıkan son albümünde oldukça farklı bir yorumla Sealion’ı yeniden gündeme getiriyor.

Run On, Sinnerman, CD No Way (1997)

Sinnerman aslında geleneksel ve gospel etkileri taşıyan bir şarkı. Nina Simone çocukluğunda kiliselerde okumaya başladığı parçayı daha ilk konserlerinden itibaren repetuarına aldı. İlk kez 1961 tarihli New York, Village Gate konserinin albümünde karşımıza çıktı. Daha sonra stüdyo albümlerinde on dakika süren farklı bir yorumuyla büyük etki yaptı. Şarkının diğer yorumcuları arasında The Weavers, The Seekers, Peter Tosh, Wailers, Three Dog Night ve Sixteen Horsepower var. Felix da Housecat‘in remiksi de epeyce ünlü oldu. Bizim seçimimiz New York’lu underground topluluk Run On’un farklı ve olağanüstü yorumundan yana.

Jeff Buckley. Lilac Wine, CD Grace (1994)

Çok hüzünlü bir şarkı olan Leylak Şarabı James Shelton taraffından yazıldı. Erken dönem yorumcuları arasında Eartha Kitt, Judy Henske, Elkie Brooks ve Helen Merrill de bulunmakta. Ama Nina Simone’nun şarkıyı seslendirmesinden sonra işler değişti ve Lilac Wine onunla birlikte anılmaya başlandı. Yeni kuşaklar ise doğal olarak Jeff Bucley’ın Grace’deki o müthiş yorumuyla hatırlamakta. Büyük bir Nina Simone hayranı olan Jeff, hemen her konserinde bir Simone parçası yorumlardı (ama biz sadece birini seçebileceğiz). Aramızdan çok genç yaşta ayrılan Buckley’in bize bıraktığı az sayıdaki mücevherden biri olarak her zaman yanıbaşımızda.

Cat Power, Wild is the Wind, CD The Covers Record (2000)

Keder yükü hayli ağır bir şarkı olan Wild Is the Wind, aslında aynı adlı bir film için 1956 yılında Dimitri Tiompkin ve Ned Washington tarafından yazıldı. Filmde parçayı Johnny Mathis yorumlamıştı. Ama Nina Simone’un şarkının adını bir albümüne de vermesinden sonra kökenlerini kimse hatırlamaz oldu. Daha sonra şarkıyı repertuarına alanlar arasında David Bowie, genç yaşta intihar eden Billy MacKenzie ve George Michael bulunuyor. Bizim seçimimiz ise Cat Power’dan yana oldu. Asıl adı Chan Marshall olan Cat Power’ı geçtiğimiz yıl Babylon’da dinleme şansını yakalamıştık. Şarkının ruhunu yansıtan bir yorum...

Robert Wyatt, Strange Fruit, CD Nothing Can Stop Us (1998, albümün ilk yayınlanışı 1982)

Tuhaf meyve, adını ağaçlarda sallandırılan siyah Amerikalıların tarihinden alır. Irk savaşlarının korkunç yıllarından kalma bir öyküdür bu. Yahudi bir öğretmen olan Lewis Allan’ın yazdığı şarkı ilk kez 1939 yılında Billie Holiday’in sesiyle yankı bulur. Nina Simone ise bunu altmışlı yılların politik arenasında yeniden yorumlar. Şarkıya kölelik yıllarından bugüne uzanan bir özel güç katar. Daha sonraki yıllarda sosyal konulara ilgi duyan bir çok sanatçının başarılı yorumlarını hatırlıyoruz. Bunlar arasında öne çıkan isimler Siouxsie and The Banshees, John Martyn, Jimmy Scott, Twilight Sisters ve elbette Jeff Buckley. Biz ise yorumu dünyanın en özel seslerinden birine sahip olan ve muhalifliği hiç elden bırakmayan Robert Wyatt’dan seçtik. Onun politik konulu şarkıları toplayan albümünden geliyor...

Muse, Feeling Good CD Origin of Symmetry (2001)

En nihayet iyimser bir parça! Feeling Good ( ya da Feelin' Good) aslında bir müzikal için yazılmıştı. 1965 tarihli Anthony Newley ile Leslie Bricusse imzalı parçayı, daha sonraki yıllarda herkes bir Nina Simone klasiği olarak tanıyacaktır. Parçayı daha sonra yorumlayanlar arasında Sammy Davis Jr., Eeels, Sophie B. HawkinsThe Pussycat Dolls da bulunmakta. İngiliz üçlüsü Muse ise şaşırtıcı bir yorumla şarkıyı ikinci albümüne aldı.


Nick Cave and the Bad Seeds. Plain Gold Ring, CD Live Seeds (1993)

Edward S. Burroughs imzalı bir şarkı olan Plain Gold Ring’i Nina Simone ellili yıların bir caz şarkısı olan Kitty White’dan öğrendi. (Kitty White aslında Alice Aynanın İçinden adlı kitabın kedilerinden birinin adı ama bunun konumuzla bir ilgisi yok herhalde). Simone’nun 1957 yılına uzanan ilk kayıtlarında şarkıya rastlıyoruz. Nick Cave’in yorumu her ne kadar bir Simone parçası gibi başlıyorsa da, ilerliyen dakikalarda şarkıya kendi enerjisini ve uslübunu kattığını da görebiliyoruz. Nick Cave’in Nina Simone’u 1999 yılında Meltdown festivalinde sahneye çıkardığını da notlarımızın arasına katalım.


Antony& The Johnsons. Be My Husband MP3 (2005)

Nina Simone için otobiyografik bir şarkı. Hikayesi şöyle: Nina Simone 1961 yılında bir Harlemli polis olan Andrew Stroud ile evlenir. Tabii adamcağız hemen işi bırakır ve şarkıcının menejerliğini üstlenir. Sonradan başına bela olacak bu ilişkiden bir kızları ve bir de bu şarkı doğar. İkisinin de imzasını taşıyan Be My Husband. Simone bu parçayı eşliksiz ( akapella) biçimde yorumlar ve plağa doldurur. Jeff Buckley (adını ne çok andık değil mi) ve Tracy Chapmann daha sonraki yıllarda şarkıyı repertuarlarına katacaklardır. Biz burada ne yazık ki daha albümlere girmeyen, ama gayret ederseniz MP3’ünü bulabileceğiniz Antony yorumunu aldık. Antony, Nina Simone’nun belki de en fanatik hayranlarından. Şöyle diyor bir röportajında: “Simone benim müzikal gelişmemde başrolü oynadı. Odamda günlerce Baltimore (Simone’nun yorumladığı bir Randy Newman şarkısının adını verdiği albüm) ve Nina Simone and Piano albümünü dinlerdim. Varolduğunu bilmediğim notalara basardı ve her notayı olağanüstü bir güç ve duyguyla seslendirirdi. Yapmak istediğim her şeyi o temsil ediyordu.”


Vic Chesnutt, Fodder on her Wings CD North Star Deserter (2007)

En nihayet tamamiyle Nina Simone imzalı bir şarkı: Fodder On Her Wings. Büyük olasılıkla kendi şanssızlıklarını dile getirdiği bir şarkı aynı zamanda. 1980’lerde plağa doldurduğu bu parçada Simone piyanosuyla başbaşa. Yorumu ise çocuk felcinden dolayı tekerlekli iskemleye bağımlı yaşayan, bu nedenle yaralı ruhunu sesinde çok hissettiğimiz bir şarkıcıdan geliyor. Vic Chesnutt yeni albümünde Simone gibi tek başına gitarıyla seslendiriyor şarkıyı. Neredeyse Nina Simone’la yarışacak kadar da başarılı...


NOT: NINA SIMONE’A ÖZEL İKİ HAFTA

Önümüzdeki iki hafta Nina Simone sevenler için çok özel bir dizi etkinliği içeriyor. Yarın İstanbul Modern’e saat 14.00’de Fransız yapımı “Nina Simone. The Legend” adlı belgesel gösterilecek. 12 Kasım Pazartesi Açık Radyo’dasaat 22.00’de Cem Sorguç’un hazırladığı Ahtapotun Bahçesi adlı programda Cem’le birlikte yukardaki coverları (vakit yettiği kadar) çalmaya çalışacağız. 13 Kasım salı günü ise Babylon Lounge’da saat 18.30- 21.30 arasında “Black is the Color” başlığı altında Nina Simone ve etkilediği şarkıcılardan seçmeler çalacağım. 21-22 Kasım günleri ise Babylon’da çok özel bir konser yer alıyor. Garanti Caz günleri kapsamında sahne alacak olan genç yetenek Jhelisa, bir “Nina Simone Tribute” konseri verecek.

5 Kasım 2007 Pazartesi

PAZAR YAZILARI


BOĞAZİÇİ’NDE ESKİ EĞLENCELER

Geçtiğimiz Pazartesi, İstanbul Boğazı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle olağanüstü bir gösteriye tanık oldu. Biz de bu vesileyle Boğaziçi tarihinde benzer trden eğlenceler var mı bir bakalım dedik. Aslında Boğaziçi’nin kentin bünyesine katıldığı 17. yüzyıl başından itibaren eğlence ile de tanıştığını söyleyebiliriz. Bu tarihten önce kendi içine kapalı köy topluluklarını barındıran bölge, giderek İstanbul'un önemli bir sayfiyesi durumuna gelmiştir. 17. yüzyıl yazarlarından Eremya Çelebi Kömürcüyan, “Zenginler burada eğlenirler ve lâtif denizi temaşa ederler. Sahiller ise kâmilen türlü türlü ağaçlarla donanmış bahçe halinde olup bunlar çok müsaid seyran yerleridir. Çınar, defne, servi, şarap renkli lâl ırgavanlar (erguvan), daima yeşil kalan senavber ağaçları ve hiraman servilerle dolu olan bu çemenzarlar, vadiler ve kühistan sahra'lar, gerek insanlar ve gerek koyun sürüleri ve padişah mandraları için mebzul suya maliktir. Halk ilkbahardan Kasımın sonuna kadar, bu güzelliğine doyulmaz yerlere eğlenmeye gider."

Bu bol oksijenli sayfiye havasından bir adım daha ileri attığımızda,18. yüzyıldan itibaren Osmanlı şenliklerinin yavaş yavaş buralara kaydığını görürüz. Metin And, şenliklerin temel mekanları olarak Haliç, Kağıthane, Ok Meydanı ve Boğaziçi'ni sıralar. Bunlar arasında Boğaziçi en geç kullanılmasına rağmen, giderek önemi artan bir bölge olmuştu. Donanma alayları, fişek gösterileri burada yapılmaya başlanmıştır. Sultan 2.Mahmut'un kızı Saliha Sultan'ın düğünü için 1834 yılında yapılan şenliğe tanık olan bir yabancı, "Boğaziçi'nde gece donanmasında balina biçiminde gemilerin ağzından havai fişekler uçtuğunu, gemilerin üstünde yapma atların ve onların çektiği arabaların sanki su üstünde gittiklerini sanacak biçimde ustalıkla yapılmış olduklarını, büyük bir balık biçiminde yapılmış bir tasvirin kuyruğunun parladığını, gözlerinin alevler saçıp bilinmeyen bir denetimle yüzdüğünü" anlatmaktadır.

Biraz daha ilerleyelim. Sultan Abdülaziz'in saltanat yıllarında (1860-1876) Boğaziçi eğlencelerinin yeni bir kişilik kazandığını görürüz. Yeni eğlence biçimlerinin başında Boğaziçi'ndeki mehtap geceleri gelir. Bu geceleri anlatmaya kalkarsam, yerimize sığmayacağımız aşikar. Merak edenler Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları kitabına baksınlar lütfen. Aynı dönemde Boğaziçi'nde bazı önemli günlerde yapılan donanma şenlikleri de ön plana çıkmaya başladı. Özellikle padişahın tahta geçtiği günün yıldönümlerinde (cülûs) Boğaz'ın ışıklarla süslenmiş ve büyülü gecelerini gören seyyahlar, hâtıralarında bu Türk donanmalarına büyük bir yer ayırdılar. Bu anılarda, renk renk kandillerle yalılardan deniz üstüne, havaya korulara şekiller çizildiği, beyitler yazıldığı aktarılır.

2. Abdülhamit (1876-1909) döneminde de bu tür gece donanmaları yapılmaya devam edildi. Padişahın tahta çıktığı Rumî 19 Ağustos (1 Eylül) "Donanma Günü" olarak kutlanırdı. Bu günlerde İstanbul halkı sokağa dökülür; camiler, saraylar donatılır, şenlikler yapılır, eğlenceler tertip edilirdi. Prenses Mevhibe (1887-1952), ilkgençlik günlerinde tanık olduğu donanma gecelerini şöyle anlatıyor:
"Donanma günü yaklaşırken, Kandilli'de de hazırlıklara başlanırdı. Her şeyin güzelini ve iyisini seven babam [Prens Mehmet Celâlettin] donanmanın mükemmel ve eşsiz olması için çok itina ederdi. Sarayın bahçesi, rıhtım rengarenk fenerlerle bayraklarla süslenirdi. Korunun tam ortasındaki duvara muazzam harflerle, "Padişahım çok yaşa" cümlesi yazılırdı. O vakitler elektrik olmadığı için yazı, içerisinde mum yanan cam fenerlerle aydınlatılırdı. Yazı, karşı kıyıdan kolayca okunacak kadar büyüktü. Bahçenin bir köşesinde muzıkacılara yer hazırlanırdı. Muzıka Sultan Hamidin marşıyla başlar, herkes ayağa kalkardı. Gündüz rıhtıma çatanalar, muşlar yanaşırdı. Bunlara binip Boğaz'da gezmek için can atardık. Şayet Cemile Sultan'dan müsaade gelmişse, çatanalarla biraz dolaşırdık, amma bu pek ender olan bir işti. Gece, bütün Kandilli ve Çengelköy halkı, çoluklu çocuklu bahçeye dolardı. Gelenlere dondurma ve limonata ikram edilirdi. Donanma gecelerinde havaya atılan rengarenk havai fişekleri seyretmek en büyük zevkimdi. Rumeli ve Anadolu kıyısı ışıktan pırıl pırıl parlar, bu güzelliğe doyum olmazdı."

Ama 2. Abdülhamit'in saltanatının son zamanlarında Boğaziçi eğlence yaşamı canlılığını iyice yitirdi. Ünlü mehtap alemleri, hatta sandal gezintileri bile yapılamaz olmuştu. Bu konularda sıkı güvenlik önlemleri alınıyordu. Bahriye Nezaretine kurallara uymayanlara ilişkin tezkereler yazılırdı. Örneğin, bu tezkerelerden birinde: "Saat on ikiden sonra kayık ve sandalların işlemesi memnu olduğu halde hüviyetleri meçhul bazı İslâm ve Hıristiyanların kayık ve sandallara rakiben ve leylen saat beş ve altıya kadar Büyükdere limanında gezmekte ve şuraya buraya gitmekte oldukları haber alındığından bu gibi ahvale meydan verilmemesi," bildiriliyordu.

Cumhuriyet Boğaziçi’ne, biraz da Şirketi Hayriye’nin yardımıyla büyük bir canlılık getirdi. Plajlar, gazinolar, şenlikler birbirini takip etti. Bunlar arasında Deniz Kızı Eftalya ve Safiye Ayla’nın deniz üstünde verdikleri ve etraflarını saran vapurlardan seyredilen konserleri bir dönemin efsaneleri haline gelmiştir.

Geçen Pazartesi yapılan havai fişek gösterilerine gelince. Evet güzeldi ama milyonlarca lira harcanan bu tür gösterilere tamamen karşıyım. Zaten son zamanlarda düğünlerde bile atılmaya başlanan bu havai fişek modası iyice canımı sıkıyordu. Şimdi iş resmileşti, devlet eliyle yapılıyor. Ama onca para çok daha iyi projelere harcanamaz mıydı? Kimbilir kaç okul yapılırdı o parayla? Ya da sokak çocukları için barınaklar... Bütün eski filmleri digital formata aktabilirdik herhalde harcanan parayla... Ya da kaç arkeolojik kazının tamamlanması sağlanabilirdi... Bir gecede uçup gitmesi ne kazandırdı ki bize? Gösteri kalıcı bir gösteri olsa daha iyi olmaz mı?


Resim:
1720 şenliğinde sallar üzerinde yapılan havai fişek gösterileri (Kaynak: Metin And, 40 Gün 40 Gece, İstanbul 2000)