12 Temmuz 2010 Pazartesi

Müzik yazıları


Mekan Pera, Konumuz Opera
On dokuzuncu yüzyılın tam ortaları. O zamanlar adı Pera olan Beyoğlu’nun en işlek yeri Tünel’den Galatasaray’a kadar uzanan bölge. Ötesi pek tekin değil. Arka sokaklar tehlikeli. Yollar dar. Galatasaray Lisesi’nin yerinde Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye bulunmakta. Tam karşısında ise, bugün yerinde Çiçek Pasajı’nın yer aldığı arsada bir tiyatro binası yükseliyor. Görkemli bir yapı bu. Naum Tiyatrosu ya da Pera Tiyatrosu adıyla anılıyor. 1200 kişilik tiyatronun üç katlı locaları ve bir de balkonu bulunmakta. Duvardaki ilanlardan burada İtalyan operalarının oynadığını anlıyoruz. Kapıdan içeri girelim diyeceğim ama, aslında bu öykünün öncesini de bilmek gerekiyor. Oradan başlamak daha doğru olacak.

Evet, öykümüz aslında 1838 yılında başlar. Katolik Arap bir ailenin ferdi olan Michal Naum, fes üretimi ile uğraşmaktadır. 1831 yılında çıkan büyük Pera yangınında, ailenin Galatasaray’daki konakları yanar. Boş kalan arsa önce İstanbul’a gelen bir İtalyan kumpanyasına kiralanır. Topluluk oynayacak salon bulamadığı için bu arsa üzerine 2000 kişilik bir ahşap tiyatro kurar. Burada ilk olarak Aristodemo ve Marco Bozzari adında iki trajedi oynanır. Aynı yerde 1840 yılında ünlü İtalyan sihirbaz Bosco, saraydan izin alarak yeni bir tiyatro binası yaptırır. Bu altıyüz kişilik salonda illüzyon gösterileri yanısıra, pantomimalar ve trajediler de sahnelenir. İstanbul’da ilk opera temsili de bu tiyatroda verilir: Bellini’nin Norma’sı 18 Kasım 1841 tarihinde perde açar. Bu tarihten itibaren Bosco Tiyatrosu’nda düzenli olarak opera temsilleri verilecektir.

Emprezaryo Naum Efendi

1844 yılında arsanın sahibi olan Michel Naum’un, artık Pera Tiyatrosu olarak anılan mekanın sanatsal yönetimini üstlendiğini görürüz. Naum’un o güne kadar yaptığı işlere benzemeyen bu görevi üstlenmesinde bölgenin ileri gelenlerinin teşvik ve desteğinin de büyük payı vardır. Yani elçilikler, levantenler ve Pera sosyetesinin. Lakin, Bosco’nun yaptırdığı tiyatro binası 1847 yangınında kül olur. Tahmin edilebileceği gibi Pera’da sık sık yangınlar çıkmakta ve bunları söndürmek kolay olmamaktadır. Bunun üzerine Naum Efendi batı sahne sanatlarına karşı çok ilgi duyan Sultan Abdülmecit’e bir opera binası yapmak için başvurur. Padişah’ın emriyle verilen cevapta, “opera ve tiyatro Avrupa memleketlerinin çoğunda bulunduğundan, Padişah sayesinde İstanbul’da kurulması güzel bir şey ve Avrupa’ca da hoş karşılanacak olduğundan Naum’un tiyatro inşası ve temsiller vermesi uygun görülerek izin” verildiği bildirilir. İznin yanında 60.000 kuruş da yardım olarak gelmektedir!

Naum’un tiyatrosu yapılır ve 1848 yılının Kasım ayından itibaren temsiller verilmeye başlanır. Ama aslında bu işi örgütlemek hiç de kolay bir şey değildir. Emprezaryo Naum ve müzik direktörü (ilk zamanlar bu işi tenor Lanzoni üstleniyordu) yaz ortasında Avusturya Lloyd Kumpanyası’na ait bir vapurla İtalya’ya gitmekte, orada kurdukları temaslar sonucu sanatçıları angaje etmekte ve Ekim ayı başlarında “opera heyeti” vapura doluşup uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a vasıl olmaktadır. Emprezaryo bir yandan koroyu kurmaya, orkestrayı güçlendirmeye çalışmakta, diğer yandan da provaları hızla yürütmek, operayı açılış gününe yetiştirmek zorundadır.

Bu hızırlıkların yapıldığı günlerde Pera sosyetesi ve elçilik mensupları, Büyükdere ve Tarabya’daki yazlıklarını boşaltıp şehre inmişlerdir. Adalar’a yapılan geziler için de mevsim geçmiştir. Artık opera günlerini iple çekmektedirler. Açılışla birlikte Pera’nın o zamanlar daha genişletilmemiş olan dar sokaklarında, at arabaları ve tahtırevanlar cirit atmaya başlar. Gece karanlığında sokakta fenerler, tiyatronun içinde ise kandil ve mumlar kullanılmaktadır. Tiyatro binasında bütün ricalara karşın herkes sigara ve çubuk içmektedir. (Gazetelerde “izleyicilerin antrakt sırasında ve hatta temsil esnasında sigara içmesinin kesinlikle yasaklanması, sahne dahil her yanın dumana boğulmasının ve sanatçıların seslerinin kısılmasına, seyircilerin gözlerinin yanmasına neden olan bu kötü adetin önlenmesini” isteyen yazılar sık sık çıkmaktadır). Yani öyle pek de nezih bir manzara yoktur. Ama her şeye rağmen Pera’nın artık bir opera salonu vardır!

Sultan Abdülmecid operada

Tarih 9 Şubat 1849. Günlerden Cuma. Sultan Abdülmecid, Cuma namazından sonra Pera Tiyatrosu’na gelir. Bina yapılırken projenin bir parçası olarak, kendisi için inşa edilen imparatorluk locasında ilk kez oturacaktır. Padişah ve maiyeti şerefine düzenlenen ve başka hiç bir seyircinin alınmadığı bu matinede önce Angelo Mariani idaresindeki orkestra eşliğinde koro bir Türkçe kaside seslendirir. Ardından derhal programa geçilir ve repertuardan Linda di Chamounix adlı eser sonuna kadar oynanır. Bunu Ernani’den iki sahne takip eder. Temsil sonunda Abdülmecid, tiyatro yöneticilerini locasına çağırır ve hediyelere boğar. Ayrıca sanatçılar arasında paylaştırılmak üzere elli bin kuruş bağış yapar. Sutan Abdülmecid, temsilleri izledikten sonra eserlerdeki entrikaları kastederek, “Avrupa’da birbiri ardına çıkan isyanlara şaşmamak lazım,” diye buyurur.

Sutan Abdülmecid zaten sarayda opera ve tiyatro toplulukları daha eski tarihlerden beri ağırlamaktadır. Michel Naum, 8 Mayıs 1847 tarihinde, yani Bosco Tiyatrosu’nun yanıp daha Naum Tiyatrosu’nun inşa edilmediği günlerde padişaha şükranlarını sunmak amacıyla Dolmabahçe’de bir opera temsili hazırlamıştır. Mecidiye ve Tâir-i Bahri adalrını taşıyan iki yeni buharlı geminin denize indirilme merasiminde, Tophane’nin yanındaki Hasbahçe’de Köşk-i Hümâyun’a karşı kurulan geçici sahnede Donizetti’nin Don Pasquale’si oynanmıştır. Hasbahçe’de kurulan bu geçici tiyatroda bin kişi gemilerin denize indirilmesi sırasında opera nağmelerinin Tophane sırtlarında yansımasına tanık olmuştur.

Dönelim hikayemize. Sultan Abdülmecid 26 Mart 1851 Çarşamba günü, bu kez şehzadelerini de (ki bunlar istikbalin üç padişahı, sırasıyla 5. Murad, 2. Abdülhamid ve 5. Mehmed’dir) yanına alarak temsil saatinde ansızın Naum Tiyatrosu’na gelir. Alışılmadık bir şey olur ve Padişah, seyircileri localar, parter ve koltuklarda görmek istediğini söyler. Bunun üzerine dışarıda kapıda bekletilen büyük kalabalık içeri dolarlar. Gösteri bir ayin havasında gerçekleştirilir. Gcenin sonunda Padişahın onuruna çalınan marş sırasında, bir anda herkes duygusal bir hareketle ayağa kalkar ve marşın bitimine kadar Sultan’a dönerek dinlemeyi sürdürür.

Jül Sezar Nasıl İstanbul’a geldi?

Naum Tiyatrosu’nda opera sanatının en güzel örnekleri temsil edilmekte, o sezon İtalya’dan getirilen sanatçıların kalitesine göre temsiller iyi ya da kötü geçmektedir. Pera İtalya’nın opera sanatındaki yeniliklerini çok yakın takip etmekte, bazı eserler daha Paris ya da Londra’da temsil edilmeden İstanbul’da oynanmaktadır. Repertuarda Verdi, Bellini, Rossini, Donizetti gibi ünlü opera bestecilerinin eserleri sırasıyla yer bulmaktadır. Ama bu arada daha “ulusal” konulu bazı opera ve oyunların da Naum Tiyatrosu’nda sahnelendiğini görürüz. Bunların ilki 1855 yılında Kırım Savaşı sırasında sahnelenen Silistre Kuşatması - L’Assedio di Silistria adlı operadır. Sözlerini Michel Naum’un kardeşi Dr.Gabriel Naum’un, müziklerini ise Giacomo Panizza’nın yazdığı opera, bugün Bulgaristan topraklarında blunan Silistre Kalesi’nin kuşatılması sırasında şehit düşen Musa Paşa ve askerlerinin kahramanlık mücadelesini anlatır (daha sonra Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”sinde ele alacağı konudur bu). 1862 yılında ise (ne yazık ki metni konusunda hiçbir bilgimiz olmayan) Constantinople en 1962 (İstanbul 1962) adlı bir komedi sergilenir. Yüzyıl sonrasının İstanbul’unu ve dünyasını anlatmaya çalışan bu oyunu, sanırım Türkiye tarihinin ilk bilim kurgu eseri saymak gerekir. Aynı sezonda sahnelenen (ve yine metninii bilmediğimiz) bir diğer oyun ise Jules César a Constantinople (Jül Sezar İstanbul’da) adını taşır.

Naum Tiyatrosu’nun öyküsünde bir dönüm noktası da, 1857 yılında Dolmabahçe’de kurulan Gazhane’den çekilen hatla havagazına kavuşmasıdır. Böylece salon o güne kadar tasavvur bile edilemeyecek bir aydınlığa kavuşur. Tiyatronun ön cephesinde yer alan tiyatronun adı ve ay yıldızlı Osmanlı arması günlerce konuşulur.

Naum Tiyatrosu’nun öyküsünü, Emre Aracı’nın Yapı Kredi Yayınları’ndan yeni çıkan Naum Tiyatrosu (19. Yüzyıl İstanbulu’nun İtalyan Operası) adlı kitabından özetleyerek aktarmaya çalıştık. Bu konuya daha önce el atmış Refik Ahmet Sevengil ve Metin And’ın araştırmalarını tamamlayan, konuyu bir monografi düzeyine ulaştıran bu başarılı çalışma için yazarı kutluyoruz.

Naum Tiyatrosu’nun öyküsü 5 Haziran 1870 tarihine kadar devam eder. Bu tarihte Beyoğlu’nda çıkan büyük bir yangın Pera Tiyatrosu’nu da yakıp kül eder. Bir yangın sonrası inşa edilip, 21 yıl İstanbulluların opera, tiyatro ve diğer gösteriler için ana mekanı olan yapı, yine bir yangınla yok olur. Son olarak, arkamızı Galatasaray Lisesi’ne verip Çiçek Pasajı’na doğru bakıyoruz. Ve payalimizde Naum Tiyatrosu’nu canlandırıp, “Evet işte tam burada bir opera vardı, vakti zamanında,” diyoruz. Pasajın hemen yanındaki sokağın adı niye “Sahne Sokağı” sanıyordunuz ki?