1 Mart 2008 Cumartesi

MÜZİK YAZILARI



MARIANNE FAITHFULL'UN YEDİ HALİ

Babylon’da bu haftanın ilk üç günü (Pazartesi, salı, çarşamba) Mavi Jeans’in sponsorluğunda Marianne Faithfull sahne alıyor. Altmışlardan günümüze gelen, değerinden bir şey kaybetmeyen bir efsanenin yedi hali.


1. FOLK/POPSTAR

Yıl 1964, Marianne daha 17’sinde. Soylu bir aileden geliyor. Bir partide Rolling Stones’un meneceri Andrew Oldham’ın dikkatini çekiyor. Teklif: Şarkı söyleyebilirse plak da dolduracaktır. Kayıt stüdyosunda Mick Jagger ve Keith Richards da var. Seçilen parçayı söylemeyi beceremeyince, Stones’un yeni bestelerinden “As Tears Go By” deneniyor (yani parça Marianne için yazılmış değil). Andrew on üzerinden altı puan verse de, plak doldurulmuştur bir kez... Listelerde 9 numaraya kadar yükseliş. Ardından Bob Dylan’ın “Blowin’ In The Wind”i gelir. Turneye çıkar, Amerika’ya kadar gider. Basın bülteninden bir alıntı: “Utangaç, arzulu, kendine has bir kimsesiz çocuk güzelliğine sahip bir genç kız...”

Tavsiye edilen şarkı: “Go Away From My World”. (Kocası John Dunbar’dan ayrılıp Mick Jagger’in sevgilisi oluşuna tarihleniyor.)

2. GROUPIE

1967 yılında Jagger ve Richards’ın ortak evinde yaşarken uyuşturucuyla yakalanırlar. Allen Ginsberg’le sıkı bir arkadaşlığın başlangıcı. İlk kez oyuncu oluyor: Londra Royal Court Theatre'de Çehov'un "Üç Kızkardeş"inde İrina. Plak doldurmaya boş veriyor. Alain Delon'la "Girl On A Motorcycle" filminde oynuyor. Altıncı Stones olarak turne turne dolaşıyor. Jagger’dan bir çocuk düşürüyor. Mick’in “Ned Kelly” filmi çekimleri için gittiği Avustralya’da eroin doz aşımı. Peşinden hastaneye ve magazine düşüş elbette... Mick Jagger onun için “Wild Horses’u” yazıyor. O da Stones’u puanlıyor: Brian Jones aşk yaparken beceriksizdi. Keith’le geçirdiğim gece hayatımın en iyi gecesiydi. Mick ise sevgilimdi ama şarkı yazmak onun için daha önemliydi. Tiyatroda kendine yakışan rolü buluyor: Ophelia.

Tavsiye edilen şarkı: “Sister Morphine”. (Sözler Marianne’nin, müzik Jagger-Richards).

3. CANKİ

Mick Jagger Bianca ile evlenince, Marianne kendini iyice uyuşturucuya vuruyor. Zaten Burroughs’un “The Naked Lunch”ını okuduğundan beri sıkı müptela olma yolunda adımlar atmıştır. Eroinle halvet oluyor. Artık sokaklar mekanıdır, tek bir giysisi vardır, onu yıkarken havluya sarınıp bekler. Sevdiği insanlardan uzaktır. Kirli ve tehlikelidir. 1971’de menejeri onu bulur, zorlayarak bir albüm yaptırır: “Rich Kid Blues”. Kapaktaki resimde aynen Mick Jagger’a benzemektedir. Ama aslında ön dişleri yoktur, ağzını açmadıkça görünmez. Rolling Stones albümünde yer alan “Sister Morphine”den gelen telif, zor günlerinde ona destek olur. Uyuşturucudan kurtulmak için çok çabalar. Ama her seferinde yeniden dibe düşer. Yıllar sonra yeniden bir şarkı yazar. ”. Ölümünü bizzat yaşadığı bir bağımlı arkadaşını anlatır “Lady Madeleine”de. Yeni kocalar ve yeni müziklerle tanışır. Punkın kapısını aralar. “Broken English” yeniden doğuşu olur.

Tavsiye edilen şarkı: “Why D’Ya Do It” (Tüm öfkesini nasıl satırlara döktüğünü görmek için).

4. BRECHTYEN

1985’den uyuşturuculardan temizlenir. Ama bir bağımlıyla yaşamaya devam eder. Sevgilisi Howard Tose’un intiharı onu çok etkiler. Tom Waits imzalı “Strange Weather” bu dönemden izler taşır. Brecht-Weill’la ilişkisi aslında çocukluğuna kadar uzanır. “Mahagonny”nin bir taş plağını dinlediğini bile hatırlıyor mesela. İlk kez Hall Willner’in 1985 yılında çıkardığı Lost In The Stars albümünde “The Ballad of Soldier’s Wife” adlı şarkıyı seslendirir. 1990’da Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”sında Jenny rolüne çıkar. Arada Badalamenti ile flört eder: “A Secret Life” albümü bunun kanıtıdır. Ardından bir kabare sanatçısı gibi sahneye çıktığı dönem gelir. Brecht-Weill şarkılarının ağırlıklı olduğu “20th Century Blues” albümü ona yeni hayranlar kazandırır. Giderek Brecht/Weill tutkusunu ifrata kadar götürür. “7 Ölümcül Günah”ı bile plağa doldurur. Bu dönemde klasik müzik ve caz dinlemektedir.

Tavsiye edilen şarkı: “Alabama Song”. (Mahagonny kentinde gerçekten yaşadı mı acaba Marianne?)

5. ROCKER

Aslında her dem rocker değil midir? Rolling Stones’la başlayan bir maceradan başka ne beklenebilir ki? Bob Dylan’la, Jim Morrison’la, Jimi Hendrix’le dolup taşan anılardan belli değil midir işin aslı astarı? O değil midir daha 79’da “Working Class Hero”yu plağa okuyan? Ama bu kez “rocker”lığı cümle alemin onayından geçmiş, omuz verilmiş, birlikte çalışılmış olarak albümlere yansıyacaktır. 1999’da yayınlanan “Vagabond Ways” albümünde Roger Waters, Daniel Lanois, Elton John, Leonard Cohen ve elbette onun en zor dönemlerinde yanında olmuş gitaristi Barry Reynolds’un imzaları vardır. Roll bu dönemde Faithfull’la bir telefon konuşması yapıp kalbimizi hoplatmıştır. 2002 yılında çıkan “Kissin’ Time” albümünün imzaları daha da müthiştir: Blur’un Damon Albarn’ı, Beck, Êtienne Daho, Dave Stewart ve elbette Pulp’dan Jarvis Cocker. Sevgili Marianne, ardından İstanbul Caz Festivaline gelip Açık Hava’da bir konser vermiştir ki hiç mi hiç unutulmaz! Yayınlanan son albümü “Before The Poison” bu dönemine nokta koyar. Bu kez yanında P.J. Harvey, Nick Cave, (yine) Damon Albarn ve John Brion vardır.

Tavsiye edilen şarkı: “Crazy Love” ( Bir zamanlar “o da kim” diye sorduğu Nick Cave bu kez ona şarkı yazıyor).

6. IRINA PALM

Sinema oyunculuğu Marianne Faithfull’un eski mesleği. Ama hep kıyısında durduğu bir deniz bu. Hatırlayalım, “Motorsikletli Kız” filmi 1968’de çekilmişti. Godard’ın iki filminde küçük rollerde de olsa yer almıştı. Tony Richardson’un Hamlet’inde Ophelia’ydı. “Ghost Story” canki döneminde başrolünü kaptığı bir filmdi. 1993’den sonra daha düszenli olarak sinema oyunculuğunu sürdürdü. Rol aldığı ona yakın filmde büyük roller peşinde değildi. Ama geçen yıl birden başrolünü üstlendiği “Irina Palm” ona beklemediği (beklemiyor muydu acaba) bir başarı sağladı. Torununu kurtarmak adına bir seks klübünde çalışmak zorunda kalan kadın rolüyle üstüste ödüller aldı. Ama filmdeki hanım hanımcık, torun sahibi hali onu rocker olarak hatırlamak isteyenleri epeyi (hadi yumuşatarak söyleyelim) şaşırttı. Aslında daha 1993 yılında anneanne olmuştu. İtiraf etmek gerekir ki o da hepimiz gibi yaşlanıyordu.

Tavsiye edilen şarkı: “No Child of Mine” ( Yeni nesillere tecrübe kokan öğütler).

7. MASUMİYET VE TECRÜBE

En karanlık döneminde bile masumiyetini kaybetmedi Marianne Faithfull. Bir süredir küçük bir toplulukla dolaşıyor ve konserler veriyor. “Songs of the Innocence and Experience” adını taşıyan bu konsept doğrultusunda albüm çalışmalarına da başladı. Albüm yaza doğru çıkacak. Prodüktörü Hal Willner. Marianne Babylon randevusu için İspanya’dan kalkıp İstanbul’a gelecek. Bize kırk yılın tecrübesiyle masumiyetini anlatan şarkılar söyleyecek.

Son söz: Benim Marianne’ım hangisi diye sorarsanız, her haliyle kabülümdür derim. Tavsiye edilen şarkı elbette daha yazılmamış olandır. Belki onu da Babylon sahnesinde dinleriz.

24 Şubat 2008 Pazar

DİNLETİ/ SÖYLEŞİ


Pazartesi Söyleşileri 1
KADIKÖY’DE BİR SÜREYYA

Kadıköy’de aslında bir çok Süreyya var. Ama hepsinin arkasında Süreyya Paşa saklı...
Bizim ele alacağımız, önce opera diye başlayıp sonra sinemaya dönüşen bir yapı: Süreyya Sineması. Orada oynasın diye kurulan bir topluluk Süreyya Opereti. Operetin emprezaryosu Muhlis Sabahattin. Onun operetleri Asaletmeap, Mon Bey, Ayşe, Çaresaz... Ve yapılan restorasyon çalışmasıyla yeniden eski görkemine kavuşan bir sahne: Süreyya Operası.

Eski plaklar, anılar, fotoğraflar eşliğinde.

Metin Deniz, Gökhan Akçura, Cemal Ünlü

3 Mart Pazartesi, Saat 19.00
Maya Sanat
Halep İşhanı, Beyoğlu (Beyoğlu Sineması’nın üstü)
Tel: 212.2527452

PAZAR YAZILARI


DÜNYANIN EN KÜÇÜK METROSU
Tünel’imiz bir süredir kapalıydı. Tadilat varmış. Bir kaç ay bekledik.Kıymetini hatırladık yeniden. Yüksek Kaldırım’ı yürüyerek çıkmayı denedik. Yorulduk. Neyse sonunda açıldı. Bir oh çektik... Baktık, duvarlar çinilere bürünmüş. Vagonlar elden geçmiş. Bir de üstüne kitabı çıkmış. Söz dünyanın en küçük metrosunda...

Tünel’in dünyanın ilk metrolarından biri olduğunu biliyoruz. Kimi ikinci, kimi üçüncü yapılan metro der... Hikayesi eski ve çok ilginç. İstanbul’un tramvay ve tünel imtiyazları 1869 yılında veriliyor. Saltanat makamında Sultan Abdülaziz bulunuyor. Abdülaziz yenilikçi ve yüzü Batıya dönük bir padişah. Tramvay imtiyazını Konstantin Karapano Efendi alıyor. Tünel’i ise Eugene-Henri Gavand adlı bir Fransız mühendis. Gavand ısrarlı bir müteşebbis. 1867 yılında turistik bir gezi nedeniyle geldiği İstanbul’da Karaköy ile Beyoğlu arasında yoğun bir trafik olduğunu görüyor. Ama bu insanlar Yüksek Kaldırımı tırmanmaktan muzdarip... Ölçüp biçiyor ve bu eğimli arazide “asansör tipinde bir yeraltı demiryolu” yapıp işletmenin çok kârlı bir iş olacağını düşünüyor. Yurtdışına çıkıp para yatıracak girişimci arıyor. Bunu sağladıktan sonra da İstanbul’da işin bürokratik binbir ayrıntısıyla uğraşmaya başlıyor. Sonunda sözleşme imzalanıyor. Bu işe ne para, ne emek koyan devlet, Tünel’i yapma ve işletme haklarını Gavand’a 99 yıllığına devrediyor. Küçük bir komisyonla yetiniyor...

Önde hayvanlar, arkada insanlar

Çeşitli sorunlardan ve özellikle de Avrupa’da çıkan savaşlardan etkilenen Henri Gavand’ın gerçek anlamda inşaata başlaması 1871 yılına denk geliyor. Tünel’in açılışı ise 1875’i buluyor. İnşaat süresinde bir çok ilginç öykü karşımıza çıkar. Örneğin yeraltını kazarken çıkan hafriyat ne yapılacaktır? Sonunda, o zaman mezarlık olan bugünün Tepebaşı’sının, Tünel’in kazılmasından çıkan taş ve toprakla doldurulmasına karar verilir (Bu konunun ayrıntıları Çelik Gülersoy’un Tepebaşı adlı kitabında ayrıntılarıyla anlatılır).

Tünelin açılışı 17 Ocak 1875 günü yapılır. Açılışta Bahriye Bandosu çalar, nazırlar ve paşalardan oluşan bir kalabalık da hazır bulunur. Vagonların üstü açıktır. Ön vagon hayvan, eşya ve arabalara ayrılmıştır. O dönemde hayvansız ve arabasız bir İstanbul düşünülemiyordu haliylen... Arkada ise birinci ve ikinci mevkileri bulunan insanlara ait vagon yer alır. Yeraltından gitmenin korkusunu kısa sürede aşan İstanbullular Tünel’den memnuniyetlerini belirtirler. Açılıştan sonra geçen 14 gün içinde 75.000 yolcunun Tünel’i kullanması da bunun kanıtıdır.

Tünelin kitabı yazıldı

Tünel’in öyküsünü anlatan bir kitap çıktı. İETT yayınlarından yeni çıkan bu kitabın yazarı R. Sertaç Kayserilioğlu. Kitap Dersaadetten İstanbul’a 2: Tünel adını taşıyor ve iki ciltten oluşuyor. 2000 yılında yayınlanan Vahdettin Engin’in Tünel adlı kitabından sonra, bu konuda yayınlanan ikinci çalışma. Bu ilk kitapla karşılaştırdığımızda, çok da fazla yeni bilgi içermediğini görüyoruz. Ama haksızlık da yapmayalım; Tünel konulu sözleşme, talimatname gibi ana belgeler ilk defa tam metin olarak sunuluyor. Öte yandan görsel malzeme açısından da zengin bir kitap. Baskı kalitesi yüksek, ama grafik tasarım açısından profesyonel bir dokunuşa ihtiyacı var.

Sertaç Kayserilioğlu’nun kitabında İETT’nin zengin arşivinde bulunan belgeler nedense hemen hiç kullanılmamış. Ayrıca Tünel’in Cumhuriyet dönemi de oldukça yüzeysel geçilmiş. Bu dönemde Tünel’le ilgili olaylar edebiyat ve basına bol bol yansımıştı. Kitapta küçük bir bölüm bunlara ayrılmışsa da, edebiyatımıza yansımalarına pek değinilmemiş. Hiç olmazsa bu konudaki ilk öykü olduğunu sandığım Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Tünel’den İlk Çıkış”ının ve Sait Faik’in “Tünel’deki Çocuk”unun kitapta yer almasını dilerdim. İlerki baskılarında kitabın geliştirilip bu eksiklerin giderileceğini umalım... Kitabını okuyalım, Tünel’e binip keyfini çıkaralım.

EK: TÜNELİN REKLAM TARİHİ
Peşin söyleyelim, daha yazılmadı... Ama reklam tarihimizin en önemli odak noktalarından biri. Her gün onbinlerce insanın girdiği, oturup beklediği ve yolculuk ettiği bir mekanın reklamsız kalması düşünülemezdi elbette. 1930 yıllara ait listelerde yüze yakın firmanın Tünel’de ilan panosu hazırlattığını görürüz. İETT arşivindeki belgeleri karıştırdığımızda ise, özellikle işgal İstanbul’u günlerinde, Tünel duvarlarının reklam hakkını almak için kıran kırana bir mücadele yapıldığını anlıyoruz. Çeşitli reklam şirketleri yanısıra kişilerin de reklam taşaronluğuna soyunduklarını görüyoruz. Bunların arasında ilginç bir de mektup var. 2 Haziran 1920 tarihinde Madam Olga Taskin ( isim benzerliği değilse sonraki yıllarda piyanistliğiyle ünlenecek bir Beyaz Rus), % 7 komisyonla Tünel’e reklam toplama işine aday olduğunu bildirir. Tünel idaresi işgal kuvvetleri polis komiserliğine bu kişiyi tanıyıp tanımadıklarını sorar. Cevap olumsuz olunca başvuruyu reddeder. Aynı yılın Haziran’ında ise bu kez Beyaz Rusların kurduğu bir cemiyet (Des Commissionaires Russes Société) aynı başvuruyu yineler. Ama tüm bu çabalar boşunadır. Tünel reklamlarını almayı beceren 10 Eylül 1920 tarihli bir sözleşme ile kesinleştiren şirket Hoffer, Salamon ve Huli olacaktır. Yani bugünün İlancılık Reklam Şirketi’nin büyükbabası...