5 Kasım 2007 Pazartesi

PAZAR YAZILARI


BOĞAZİÇİ’NDE ESKİ EĞLENCELER

Geçtiğimiz Pazartesi, İstanbul Boğazı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle olağanüstü bir gösteriye tanık oldu. Biz de bu vesileyle Boğaziçi tarihinde benzer trden eğlenceler var mı bir bakalım dedik. Aslında Boğaziçi’nin kentin bünyesine katıldığı 17. yüzyıl başından itibaren eğlence ile de tanıştığını söyleyebiliriz. Bu tarihten önce kendi içine kapalı köy topluluklarını barındıran bölge, giderek İstanbul'un önemli bir sayfiyesi durumuna gelmiştir. 17. yüzyıl yazarlarından Eremya Çelebi Kömürcüyan, “Zenginler burada eğlenirler ve lâtif denizi temaşa ederler. Sahiller ise kâmilen türlü türlü ağaçlarla donanmış bahçe halinde olup bunlar çok müsaid seyran yerleridir. Çınar, defne, servi, şarap renkli lâl ırgavanlar (erguvan), daima yeşil kalan senavber ağaçları ve hiraman servilerle dolu olan bu çemenzarlar, vadiler ve kühistan sahra'lar, gerek insanlar ve gerek koyun sürüleri ve padişah mandraları için mebzul suya maliktir. Halk ilkbahardan Kasımın sonuna kadar, bu güzelliğine doyulmaz yerlere eğlenmeye gider."

Bu bol oksijenli sayfiye havasından bir adım daha ileri attığımızda,18. yüzyıldan itibaren Osmanlı şenliklerinin yavaş yavaş buralara kaydığını görürüz. Metin And, şenliklerin temel mekanları olarak Haliç, Kağıthane, Ok Meydanı ve Boğaziçi'ni sıralar. Bunlar arasında Boğaziçi en geç kullanılmasına rağmen, giderek önemi artan bir bölge olmuştu. Donanma alayları, fişek gösterileri burada yapılmaya başlanmıştır. Sultan 2.Mahmut'un kızı Saliha Sultan'ın düğünü için 1834 yılında yapılan şenliğe tanık olan bir yabancı, "Boğaziçi'nde gece donanmasında balina biçiminde gemilerin ağzından havai fişekler uçtuğunu, gemilerin üstünde yapma atların ve onların çektiği arabaların sanki su üstünde gittiklerini sanacak biçimde ustalıkla yapılmış olduklarını, büyük bir balık biçiminde yapılmış bir tasvirin kuyruğunun parladığını, gözlerinin alevler saçıp bilinmeyen bir denetimle yüzdüğünü" anlatmaktadır.

Biraz daha ilerleyelim. Sultan Abdülaziz'in saltanat yıllarında (1860-1876) Boğaziçi eğlencelerinin yeni bir kişilik kazandığını görürüz. Yeni eğlence biçimlerinin başında Boğaziçi'ndeki mehtap geceleri gelir. Bu geceleri anlatmaya kalkarsam, yerimize sığmayacağımız aşikar. Merak edenler Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları kitabına baksınlar lütfen. Aynı dönemde Boğaziçi'nde bazı önemli günlerde yapılan donanma şenlikleri de ön plana çıkmaya başladı. Özellikle padişahın tahta geçtiği günün yıldönümlerinde (cülûs) Boğaz'ın ışıklarla süslenmiş ve büyülü gecelerini gören seyyahlar, hâtıralarında bu Türk donanmalarına büyük bir yer ayırdılar. Bu anılarda, renk renk kandillerle yalılardan deniz üstüne, havaya korulara şekiller çizildiği, beyitler yazıldığı aktarılır.

2. Abdülhamit (1876-1909) döneminde de bu tür gece donanmaları yapılmaya devam edildi. Padişahın tahta çıktığı Rumî 19 Ağustos (1 Eylül) "Donanma Günü" olarak kutlanırdı. Bu günlerde İstanbul halkı sokağa dökülür; camiler, saraylar donatılır, şenlikler yapılır, eğlenceler tertip edilirdi. Prenses Mevhibe (1887-1952), ilkgençlik günlerinde tanık olduğu donanma gecelerini şöyle anlatıyor:
"Donanma günü yaklaşırken, Kandilli'de de hazırlıklara başlanırdı. Her şeyin güzelini ve iyisini seven babam [Prens Mehmet Celâlettin] donanmanın mükemmel ve eşsiz olması için çok itina ederdi. Sarayın bahçesi, rıhtım rengarenk fenerlerle bayraklarla süslenirdi. Korunun tam ortasındaki duvara muazzam harflerle, "Padişahım çok yaşa" cümlesi yazılırdı. O vakitler elektrik olmadığı için yazı, içerisinde mum yanan cam fenerlerle aydınlatılırdı. Yazı, karşı kıyıdan kolayca okunacak kadar büyüktü. Bahçenin bir köşesinde muzıkacılara yer hazırlanırdı. Muzıka Sultan Hamidin marşıyla başlar, herkes ayağa kalkardı. Gündüz rıhtıma çatanalar, muşlar yanaşırdı. Bunlara binip Boğaz'da gezmek için can atardık. Şayet Cemile Sultan'dan müsaade gelmişse, çatanalarla biraz dolaşırdık, amma bu pek ender olan bir işti. Gece, bütün Kandilli ve Çengelköy halkı, çoluklu çocuklu bahçeye dolardı. Gelenlere dondurma ve limonata ikram edilirdi. Donanma gecelerinde havaya atılan rengarenk havai fişekleri seyretmek en büyük zevkimdi. Rumeli ve Anadolu kıyısı ışıktan pırıl pırıl parlar, bu güzelliğe doyum olmazdı."

Ama 2. Abdülhamit'in saltanatının son zamanlarında Boğaziçi eğlence yaşamı canlılığını iyice yitirdi. Ünlü mehtap alemleri, hatta sandal gezintileri bile yapılamaz olmuştu. Bu konularda sıkı güvenlik önlemleri alınıyordu. Bahriye Nezaretine kurallara uymayanlara ilişkin tezkereler yazılırdı. Örneğin, bu tezkerelerden birinde: "Saat on ikiden sonra kayık ve sandalların işlemesi memnu olduğu halde hüviyetleri meçhul bazı İslâm ve Hıristiyanların kayık ve sandallara rakiben ve leylen saat beş ve altıya kadar Büyükdere limanında gezmekte ve şuraya buraya gitmekte oldukları haber alındığından bu gibi ahvale meydan verilmemesi," bildiriliyordu.

Cumhuriyet Boğaziçi’ne, biraz da Şirketi Hayriye’nin yardımıyla büyük bir canlılık getirdi. Plajlar, gazinolar, şenlikler birbirini takip etti. Bunlar arasında Deniz Kızı Eftalya ve Safiye Ayla’nın deniz üstünde verdikleri ve etraflarını saran vapurlardan seyredilen konserleri bir dönemin efsaneleri haline gelmiştir.

Geçen Pazartesi yapılan havai fişek gösterilerine gelince. Evet güzeldi ama milyonlarca lira harcanan bu tür gösterilere tamamen karşıyım. Zaten son zamanlarda düğünlerde bile atılmaya başlanan bu havai fişek modası iyice canımı sıkıyordu. Şimdi iş resmileşti, devlet eliyle yapılıyor. Ama onca para çok daha iyi projelere harcanamaz mıydı? Kimbilir kaç okul yapılırdı o parayla? Ya da sokak çocukları için barınaklar... Bütün eski filmleri digital formata aktabilirdik herhalde harcanan parayla... Ya da kaç arkeolojik kazının tamamlanması sağlanabilirdi... Bir gecede uçup gitmesi ne kazandırdı ki bize? Gösteri kalıcı bir gösteri olsa daha iyi olmaz mı?


Resim:
1720 şenliğinde sallar üzerinde yapılan havai fişek gösterileri (Kaynak: Metin And, 40 Gün 40 Gece, İstanbul 2000)

Hiç yorum yok: