Atlas Tarih’in yeni
sayısında yer alan yazımın daha kısa bir versiyonu.
Killing ilk kez, İtalya’da bir fotoroman olarak 1965 yılında
yayınlanmaya başladı. Editörü Pietro Granelli’ydi ve Ponzoni Yayıncılık
tarafından piyasaya sürülmüştü. Killing fotoromanları iki yıl sonra Türkiye’de Son
adlı gazetede yayınlanmaya başladı. Gazetenin tirajı gözle görülür ölçüde
arttı, Killing fanatiklerinın sayısı hızla çoğaldı. Bu ilgiyi gören gazetenin
sahibi Erol Simavi, Killing’i bir dergi olarak yayınlamaya karar verdi. İlk
sayısı 1 Haziran 1967 tarihinde çıkan
dergi 19 sayı olarak yayınlandı. Daha sonra ise Ceylan Yayınları tarafından,
1970 yılında, bu kez cep fotoromanı boyutunda, 24 sayılık bir seri olarak
yeniden çıkarıldı. Killing bugün ancak sınırlı sayıda eski kitapçıda, oldukça
zor bulunan bir koleksiyon objesi olarak karşımıza çıkıyor. Bulursanız
kaçırmayın.
Türkiye’de (ve aslında dünyada da) Killing’i bir film kahramanı yapmak
düşüncesi ise ilk kez Yılmaz Atadeniz’in aklına düştü. Türk sinemasına yönetmen, yapımcı ve senarist
olarak 150'ye yakın film kazandıran Yılmaz Atadeniz, önce kahramanın adını Kilink’e
dönüştürdü. Ardından karşısına olumlu bir kahraman koydu: Uçan Adam. Killing
rolünü Yıldırım Gencer; Uçan Adam rolünü ise İrfan Atasoy üstlenmişti. Kadroya
Muzaffer Tema, Muammer Gözalan, Hüseyin Peyda, Ergun Köknar, ve Ayton Sert gibi
önemli oyuncular katıldı. Filmde oynayacak kadınlar ise, Yılmaz Atadeniz’in
deyişiyle “hassas derecede değer verilerek” seçildi. Killing’in sevgilisi Suzan
Avcı’ydı, işbirliği yapacağı şuh kadın olarak ise Mine Soley seçilmişti. Ayrıca
Sevinç Pekin, Aynur Aydan, Pervin Par gibi isimler de kadroda yer alıyordu.
Atadeniz aslında aynı anda iki film birden çekiyordu: Kilink
İstanbul’da ve hikayenin devamını oluşturan Kilink Uçan Adama Karşı. Bu iki
film gerek mekanları, gerekse aksiyon zenginliği açısından dikkat çekiciydi. Örneğin
Killing ve avanesi, Büyükada’da bir mağaraya giriyor, içerdeki bir kapı
açılarak geniş bir sefahat mekanına geçiliyor (burası aslında Sıraselviler’deki
Klüp Suat adlı mekandı), ardından arka taraftaki gizli laboratuvar ortaya
çıkıyordu (Santralİstanbul olarak yakında yeniden açılacak olan Silahtarağa
Elektrik Fabrikası’nın kontrol odaları).
Filimlerde akrobasi hareketleri ve tehlikeli sahneler de bol bol yer
alıyordu. Oyuncuların bu tür hareketleri kolayca yapabilmeleri için yer
tramplenleri kulanılıyordu. Kilink ve Uçan Adam arabaların üzerinden takla
atarak geçiyor, merdivenleri beşer onlar çıkabiliyordu. Yüksek bir yerden
korkusuzca aşağıya atlayabilmeleri için de kauçuk yataklar kullanılıyordu.
Başarısız olunan tek nokta, o günün olanaklarıyla iyi bir çözüm bulunamayan
Uçan Adam’ın göklerde dolaşmasıydı. Ama bu kadar kusuru seyirci de artık hoş
görecekti...
Killing filimleri daha çekim aşamasında basının yoğun ilgisiyle
karşılandı. Ses mecmuası çekim çalışmalarını kapaktan duyurdu. Yıldırım Gencer
Killing giysileriyle İstanbul’un çeşitli yerlerinde halk arasında dolaştırılıp
görüntülendi. Fotoğraflarda Galata Köprüsü’nden Eyüp’e, Killing’in Türk insanı
tarafından nasıl karşılandığını görmek mümkün. Bugünkü anlamıyla iyi bir PR
yani... Dönemin çok satan magazin dergisi Pazar’ın muhabiri de Kilink
İstanbulda filminin setini ziyaret etti ve izlenimleri aktardı. Bol kadınlı
fotoğraflar eşliğinde elbette.
Film 1967’de çekildi, 1968’de vizyona girdi. Vizyona çıktığı zaman gösterilen
ilgi inanılır gibi değildi. Bölgelerden para yağmaya başladı. O devirde diyelim
Türkan Şoray’lı Hülya Koçyiğit’li, Fatma Girik’li bir filmin haftalık hasılatı beş
bin lirayı geçmezken, Killing İstanbul’da bunu üçe dörde katlayan bir gelir elde etti. Yılmaz
Atadeniz, sadece Eskişehir’den gelen bir haftalık hasılatla, halen oturduğu evi
satın aldı. Bu iki filmin başarısından sonra Atadeniz, son olarak Kilink: Soy
ve Öldür adlı filmi çekti. Aslında devam etmeyi düşünüyordu, ama ortalık birden
Killing filmleriyle dolup taşmaya başlamıştı. Atadeniz şöyle anlatıyor: “Benim ardımdan o kadar çok kişi Killing
filmi yaptı ki... Sadri Alışık’ı bile Killing filminde oynattılar. Bu yüzden
ben bu Killing enflasyonu içinde olmak istemedim.”
1967 yılında ardarda 6 Killing filmi çekildi. Adları ve yönetmenleri
ise şöyle; Mandrake Killinge Karşı (Oksal Pekmezoğlu),
Şaşkın Hafiye Killing'e Karşı (Natuk Baytan) Killing Frankenştayna Karşı (Nuri
Akıncı), Killing Caniler Kralı (Çetin İnanç), Killing Ölüler Konuşmaz (Yavuz
Figenli) ve Dişi Killing (Aram Gülyüz). Sonraki yıllarda da iki Killing filmi
çekildi: 1971 tarihli Killing Ölüm Saçıyor (Birsen Kaya) ve 1974 yılında çekilen
Killing Kolsuz Kahramana Karşı (Müjdat
Saylav).
Yılmaz Atadeniz’in filmleriyle İtalyan Killing fotoromanlarını
karşılaştırırsak, Türk Killing’inin oldukça özgün olduğunu ileri sürebilirz.
Aslında yerli Killing, İtalyan aslı kadar acımasız bir katildir. Ama
hikayelerin örgüsünde önemli farklar görülür. Örneğin Kilink İstanbulda filmi,
bir grup insanın İstanbul sokaklarından bir cenaze arabası ile geçişi ile
başlar. Bir villaya getirilen tabutun içinde mumya gibi sarılmış halde cansız
olarak Killing bulunmaktadır. Sevgilisi Suzi özel bir ilacı enjeksiyonla ona zerkeder.
Böylece Killing canlanır. Yılmaz Atadeniz’in ilk iki filmindeki en önemli yorum
farkı, daha önce değindiğimiz gibi, Killing’in karşısına olumlu bir kahraman
koymasıdır. Bu nedenle sinema seyircisi kendini, fotoroman okuyucuları kadar
“sado-erotik” bir konumda hissetmemiştir.
Atadeniz’in ilk iki filminde Killing’in bir çeteye sahip olduğunu
görüyoruz. Oysa fotoromanlarda,
sevgilisi Dina’yla işbirliği yapması dışında, her zaman yalnız davranmaya özen
göstermiştir. Sevgilisi Dina’nın adının Suzi olması (Suzan Avcı) pek önemli bir
değişiklik sayılmayabilir. Ama bir başka kadın daha hayatına girer. Mine Soley,
Suzi kadar önemli işlevler üstlenir bu filmlerde.
Yılmaz Atadeniz’in üçüncü ve son Killing filimi Kilink: Soy ve Öldür
ise daha önemli farklar taşır. En önemli
değişiklik Uçan Adam’ın hikayede yer almamasıdır. Yani Killing, fotoromanlarda
olduğu gibi yalnız ve tek başına at koşturmaktadır. Öte yandan İtalyan
adaşından çok daha insani özellikler taşır. Bir kere, küçük çocuğunu
haydutların elinden kurtarmaya çalışan bir sekreteri nedense hep gözetir. Sonra
sık sık polislerla flört eder. Kaçıp kovalamaca sahnelerinde “Vazifeli ve masum
insanlarla benim işim yok,” der ve ekler, “Killing hiç bir zaman polis
öldürmez.” Zaten finalde de Türk polisine yakalanacak, buna adeta sevinecek,
“Çok sevdiğim Türk milletinin sevgi ve saygısı bana yeter,” diyecektir. Türk
polisinin dünyanın en iyi polisi olduğunu söyleyerek ellerini kelepçeye
uzatacaktır. İstanbul’a gelen bütün yabancılar gibi, belli ki onun da kalbi
yumuşamış ve yarı-Türk olmuştur. Ne de olsa, İstanbul’un havasını
koklamıştır...
EK: Yılmaz Atadeniz
anlatıyor
“Filmi çekeceğiz, tabii elbisesini de yapmamız lazım. Muammer isminde
bir setçimiz vardı. Aslında sanat yönetmeni demek daha doğru olur, çünkü eli bu
işlere çok yatkındı. Hemen lasteks bir mayo aldık, siyah... Onu insan vücuduna
eşofman gibi tam yapışacak biçimde diktirdim. İskelet çizgileri onun üstüne
fosforlu bir boya ile çizilmeye başlandı. Kafa kısmını yaptılar ve içine
girecek insanı düşünmeye başladım. Tabii içinde herhangi bir kimse olmaması gerekiyordu.
Çünkü maskeli olup bütün hareketleri çok mükemmel biçimde yapmasını sağlayacak
bir aktörün oynaması düşüncesinde çok hedefliydim. Bunun içine Yıldırım Genceri
koymayı düşündüm. Yıldırım’a giydirdik, fakat maskenin ağzı, herhalde
Yıldırım’ın çene kısmı çok geniş olduğundan gülüyor gibi görünüyordu. Muammer’e
kafa kısmını resmet, fakat ağız kıısımını Yıldırım’a geçirdikten sonra çiz,
dedim. Böylece o maskeyi elde edebildik. Bu çalışmalar sonunda elimizde dört
tane Killing elbisesi oldu. İlerde bunları sinema galalarında veya film
sinemada oynarken oradaki görevlilere giydirip filmin reklamını yapmak için
kullandık. Bir de düblörleri kullanırken işe yaradı. Killing her hangi bir
sütunun arkasından geçerken, o sütunun arkasında ikinci bir giyimli Killing
koyuyordum. Böylece aynı plan içinde bir çok hareketleri ona yaptırma fırsatını
tanıyorduk. Yani aynı planda iki ayrı Killing’i sürpriz bir şekilde çekme
şansını yakalıyorduk. Bunlar o dönemde önemli şeylerdi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder