19 Temmuz 2009 Pazar
ARŞİVDEN
AYA SEYAHAT… BİR, İKİ !
Tam da kırkıncı yılında... Hani bir zamanlar aya seyahat etmişlerdi ya...
John F. Kennedy, ABD'nin 35'inci başkanı olarak göreve gelişinden hemen sonra, 30 Ocak 1961 günü yaptığı basın açıklamasında uydu geliştirme programının ayrıntılarını açıklarken şunları söylemişti: “Sovyetler Birliği dahil tüm ülkeleri yeni bir uydu haberleşme ve hava tahmin sistemi programına ve birgün belki de evrenin en derin sırlarını keşfetmemizi sağlayacak olan araştırmalar için uzak gezegenlere Mars'a, Venüs'e bizimle birlikte seferler düzenlemeye hazırlanmaya davet ediyorum.”
Bu açıklamaya rağmen Sovyetler’le rekabet olanca hızıyla sürüyordu. Soğuk savaş yıllarıydı. Başkan Kennedy, NASA’ya arayı açmaları için gereken her şeyi yapma emrini vermişti. 1962’de kesin hedef belirlendi; aya gidilecekti. Başkan daha 25 Mayıs 1961 tarihli konuşmasında şöyle diyordu: “Bu milletin aya insan göndermeyi başaracağı gibi, aynı insanı salimen geri getireceğine de inanmaktayım.” Amerikanın Sesi Radyosu’nun Türkiye’de yayınladığı Aralık 1962 tarihli bültenindeki “Ay Feza İstasyonu” başlıklı yazıda ise, Florida’daki Cape Canaveral üssünde C-5 Saturn adlı dev bir feza roketinin inşa edildiği duyuruluyordu. “Bu dev roket inşa faaliyetlerinin sonunda bir gün Apollo feza gemisini de taşıyarak üç Amerikan astronotunu aya götürecektir.”
Söylenen her şey harfi harfine tam yedi yıl sonra hayata geçirildi. 1967 yılında başlayan Apollo projesi çalışmaları, 1969 yılının Temmuz ayında meyvesini verdi. O günlerde gazetelerin tür bir başlıkla, “Çağın en büyük olayı: Ayın Fethi” gerçekleşti. Bu olayın ardından yayınlanan, benzerleri piyasada pek sık görülen bir kitaptan, Renkli Uzay Ansiklopedisi’nden aktarıyorum:
“Apollo projesine dahil uçuşlardan 5’incisi olan Apollo 11, insanlık tarihine büyük bir zafer getirmiş ve uzay çalışmalarında yeni bir çığır açmıştır. Apollo 11’den önceki uçuşlarda insanın aya inebilmesi için gerekli araştırmaları yapan bilim adamları, bu uçuşta ilk insanı aya indirmeyi başarmışlardır.
Apollo 11 uzay aracı ile fırlatılan Neil Armstrong, Edwin Aldrin ve Michael Collins adlı üç astronottan Neil Armstrong ve Edwin Aldrin aya inmişler ve burada 2 saatten fazla bir müddet kaldıktan sonra tekrar dünyaya dönmüşlerdir. 8 gün süren ay yolculuğunda üç astronot 800 bin kilometrelik bir yol katetmişlerdi.”
İyi şanslar Mr. Gorsky
Aya inişin görüntüleri, 1950’lerden beri uzaya yerleştirilen uydular aracılığıyla tüm dünyadaki insanların evlerine aktarıldı. Dünya bir anda tek bir mekân haline geliverdi. Belki de bugün artık globalleşme dediğimiz olgunun başlangıcını da bu olaya tarihlememiz gerekiyor. Aya seyahat gökyüzüne bakışımızı değiştirmekle kalmadı, dünyaya da başka türlü bakmamızı sağladı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı...
Burada işin bilimsel yönüne bir nokta koyup, teferruatla ilgilenmenin zamanı geldi. Önce size aya seyahatle ilgili en ünlü internet geyiğini aktarayım. Aktaracağım bilgilerin doğruluğu onaylanmadıysa da, yanlış olduğunu da kimse açıklamadı. Apollo 11 yeryüzüne döndüğünde yapılan basın toplantısında, astronot Neil Armstrong aya ayak basışıyla ilgili olarak ünlü “Bu benim için küçük, ama insanlık için dev bir adımdı,” diye başladığı sözlerini şöyle noktalamıştı: “İyi şanslar Mr. Gorsky.”
O dönemde bu sözler üstünde pek durulmadı. Kimileri Gorsky’nin eski bir Sovyet kozmonotu olduğunu düşündüler belki. Ya da Nasa’daki bir yahudi bilim adamı… Ama gerçek, bu açıklamadan tam 26 yıl sonra ortaya çıktı. 5 Temmuz 1995 tarihinde Arsmstrong’un Florida, Tampa Bay’de yaptığı basın toplantısında, bir gazeteci bu eski konuşmayı hatırlatıp, Mr. Gorsky’nin kim olduğunu sordu. Armstrong, artık Mr. Gorsky hayatta olmadığı için cevap verebileceğini söyledi. Açıklaması özetle şöyleydi:Neil küçük bir çocukken, kardeşiyle arka bahçede beyzbol oynarmış. Kardeşinin vuruşuyla top yan bahçeye düşmüş. Komşuları ise Mr. Ve Mrs. Gorsky… Neil topu almak için bahçelerine geçtiğinde, Mrs. Gorsky’nin kocasına şöyle bağırdığını duymuş: “Oral seks ha?! Oral seks mi istiyorsun? Buna ancak yan komşunun oğlu ayda yürüdüğü zaman kavuşabilirsin!”
Amerikan evlerinin arka bahçeleri bırakıp sevgili ülkemize gelelim. İnsanoğlunun aya ayak basması tüm dünyada olduğu gibi, bizde de büyük yankı uyandırdı. Gazete ve dergiler aylarca bu konuyla ilgili haberler, fotoğraflar yayınladılar. Özel ekler yapıldı. Köşe yazarları sütunlarını bu konuya ayırdılar. Felsefecilerimiz bile bu etki altında makaleler kaleme aldılar. Macit Gökberk, bu seyahatin gerçeklemesinin “hayatın her alanında masalı ortadan kaldırmak yolunda olan aklın olgunlaşması”nı sağladığına işaret ediyordu: “Nitekim bu gidiş, bin yıllardır masalların ayın üstüne örttükleri büyülü perdeyi kaldırmış, altından kül rengi tozları, sivri kayaları, irili ufaklıklı kraterleriyle ayın katı gerçeği ortaya çıkmıştır.” Orhan Duru da daha sonraki yıllarda işin benzer ama başka bir yönüne işaret etmişti: “ (…) Pek çok yazar ay yolculuğunu konu olarak ele almıştı. Onların düşleri artık gerçekleşti bugün. Ay yolculuğu yapıldı. İnsanoğlu aya ayak bastı. Ay yüzeyinde yürüdü. Gözlemler yaptı. Örnekler toplayarak dünyaya döndü. Böylece bilim-kurgu yazınının önceden haber verdiği bir düş daha gerçekleşmiş oldu. (…) İnsanoğlu aya ayak bastıktan sonra bilim-kurgu yazarları için ay yolculuğu konusu kapanmış sayılır. Ama uğraşacakları sonsuz başka konular vardır önlerinde: Merih, Zühre ve bütün öteki gezegenler, en yakın yıldızlar ve galaksiler, bütün Samanyolu açıktır onlara.”
Feza modasına uygun giysiler
Aya ayak basma olayının gerçekleşmesinden hemen sonra tüm dünyada bir feza modası” salgını başladı. Birbiri ardına şarkılar yazıldı, şovlar düzenlendi. Türkiye de bu akıma kendini kaptırdı. Günaydın gazetesinin haftasonu eki 31 Ağustos 1969 tarihinde bizi bu önemli gelişmelerden haberdar ediyor. Gazetede yer alan habere göre feza modasına bizde ilk olarak Sevim Tuna ve Erol Büyükburç ayak uydurmuşlar ve “asrın bu olayından faydalanarak dekor ve sahne kıyafetlerini feza çağına göre düzenlemişlerdir.”
Feza şovu ile ilgili olarak sekiz yeni tuvalet yaptırmış olan Sevim Tuna’nın gazetede çıkan sahne fotoğraflarına bakıyoruz. Kıyafetlerde benim farkedebildiğim özel bir “feza” numarası yok. Sahnenin fonunda ise mavi zemin üzerinde yıldızlar ve önünde ay olduğunu zannettiğim bir yuvarlak var. Üzerindeki küçüklü büyüklü çemberler ise kraterler olacak. Ama esas sürprizi iç sayfalardaki fotoğraflarda farkediyoruz. Efendim, bu sahnesel dolunayın tam ortasında bir kapı var ve sanırım “feza şovu” sırasında bu kapı açılıyor ve Sevim hanım buradan arkaya doğru geçiyor (Her halde o sırada “Aya bak, yıldıza bak” şarkısını söylüyordur).
Feza modasına uyan ikinci sanatçımız olan Erol Büyükburç’un sahne dekorunun görsel aralizi ise şöyle: Arka planda Sevim Tuna’ya göre çok daha avantgard bir manzara yer alıyor. Gezegenler ve galaksi! Ama esas çarpıcı unsur Büyükburç’un kucağında sahneye çıkan (ve bir balon gibi içi hava doldurulmuş) astronot kıyafeti! Büyükburç bu astronotla hoplata zıplata allah bilir hangi dansları yapıyordu!
Yerli astronotlar
Aya seyahatin gerçekleşmesi, her yeni olayı vakit geçirmeden yaşamına katmasıyla ünlü Türk halkına yeni iş alanları da yaratır. Günaydın gazetesinde yer alan bir haberden öğrendiğimiza göre Aşık Kemal Dağlar (kendisini Astronot Pala olarak tanıtmaktadır) teleskopla aya baktırmak karşılığı 25 kuruşunuzu almaktadır. Üç teleskopu olan Pala, kendini şöyle tanıtır: “Ben astronotum. Fezayı çok iyi bilirim. Bütün gayretlerim vatandaşlarıma faydalı olabilmek. Onların kültürlerini arttırabilmek. “ Pala, röportaj yapılırken, etrafına toplananları görünce hemen durumu değerlendirip, bağırmaya başlar: “İyi bak vatandaş, şu bıyıkları iyi gör. Her yerde bulunmaz böylesi. Birazdan size ayı göstereceğim, aydaki ayak izlerini. Artık ayda ayak izi görmek mümkün, ama böyle pala bıyık görmek imkansız. Pala bıyıkları görmek ücretsiz, ayı görmek 25 kuruş.”
Astronot Pala Amerikalıların aya inişini adım adım takip etmiştir: “Dikkat kesilmiştim. Tereskopa [teleskopa böyle diyor] koyduğum ilave adeseler [mercekler] ile inişi görmek mümkün oldu. Herkesi çağırdım. Koşun dedim, aya iniyorlar dedim. O gün çift tarife yaparak 50 kuruşa seyrettirdim ayı. Herkes gördü benim tereskopumdan aya inişi.” Gazetenin muhabiri de merak ediyor haklı olarak. Peki, aya nasıl indi Amerikalılar diye soruyor. Astronot Pala bir an düşünüyor ve cevap veriyor: “Mülayim indiler.”
Bir başka astronot öyküsü ise Haldun Taner sayesinde gündeme gelir. Taner’in Türk tiyatro tarihine önemli bir katkı olan kabare tarzı oyunlarının üçüncüsü “Astronot Niyazi” adını taşır. Devekuşu Kabare Tiyatrosu için özel olarak yazılmıştır. 1969-1970 sezonunun başlangıcında, yani aya gidildikten hemen sonra oynanır. Bizim astronotumuz Niyazi, dolmuş şöförüdür aslında. Oyunda onu Metin Akpınar canlandırır. Armstrong ekibiyle birlikte uzay gemisine binen Niyazi’ye seyahatte gerekli olacak yemek hapını uzatırlar. Niyazi gülerek nazikçe reddeder: “Sağolun abiler. Ben öyle hapla doymam. Ben yemeğimi kendim getirdim.” Ve beraberinde getirdiği sefertasından pür iştah, pastırmasını, kuru fasulyesini, soğanını, ekmeğini çıkarır. Oyunun diğer bölümlerinde, o müthiş seyahati gerçekleştirmiş olan Niyazi’nin, İstanbul’daki dolmuşuyla Taksim’den Aksaray’a bile gidemediğini görürüz. O da “eller aya biz yaya” öğretisinin altını çizer. Ayrıca insanoğlu hiç bir yerde değişmemektedi, ayda bile:
“İnsan aynı her yerde
Münakaşa mücadele
Karaborsa ve bol rüşvet
Burda değil, ayda bile.”
Türk şiirinde aya seyahat
Aya seyahatin her alanda olduğu gibi şiir dünyamızda da yankılar yaratması doğaldı. O zaman yazılan şiirlerden bazıları kitaplara girdi, bazıları ise yıllıklarda kaldı. Örneğin 1970 Varlık Yıllığı’nda Muzaffer Uyguner, “Merhaba Ay” başlıklı şiirinde şöyle diyordu:
Balmumu kanatları erimişti İcarus’un,
Tükenmişti kollarındaki güç Hezarfen’in,
Ama büyük gücüyle Apollo’nun
Vardık sana da işte.
Ay, merhaba!
Ülkü Tamer ise “Ay Yolunda” adlı şiirinde aya seyahatin televizyona yansımasının yarattığı çağrışımlara kulak verir ve sonunda astronotların ruhuyla özdeşleştirir kendini:
Bütün dünya bize bakıyor şimdi;
biz dünyaya bakıyoruz,
sınıflarda gjrdüğümüz kürelerin biraz büyüğüne.
Ferhan Şensoy’un Gündeste’sine ise şöyle yansır ay seyahati:
temmuzun sonudur amerikalılar inerler aya
ayın şiirinin ırzına geçilmiştir artık
artık kaltaktır ay amerikalılarla geçirmiş geceyi
inanmaz ahçı mevlüde hanım fotoğraflara
inatçıdır müslümandır ikna olmaz
aya çıkılır mıymış
gidip fotoğraf çektirmişler yıldız dağında
sivaslıdır dağ diye bildiği yıldız dağı.
Ama Türk şiirinde aya seyahatle ilgili doruk noktası mütevazi bir emekli albaya; Cemalettin Oğuztan’a aittir. Bu mümtaz şahsiyetin Akrostişlerle İnsanlığa Doğru isimli kitabında yer alan “Aya İlk Kez Varanlar” şiirini ek olarak aşağıya aldık. Sağdan sola ve yukardan aşağı doya doya okumanız için.
Şiir dışında edebiyatımıza aya seyahatin ne kadar yansıdığını saptamak kolay değil. Benim hatırladığım en önemli ürün Adalet Ağaoğlu’nun Sessizliğin İlk Sesi adlı bulunan “H” adlı öyküsüdür. Mizah öykülerine ise elbette bol bol malzeme olmuştur ay seyahati. O dönemlerin Akbaba dergilerinde konumuza uygun bir çok karikatür ve öyküye rastlanır. Aziz Nesin 1973’de önce dergilerde yayınlanan, 1976 yılında Duyduk Duymadık Demeyin adıyla piyasaya çıkan kitabında (daha sonraki baskılarında Seyyahatname adını almıştı) İstanbul’un keşmekeşi ve ilkelliğinin karşısına aya seyahat olayını yerleştirir. İstanbul’u gezen Bayan Redmavs’ın akrabası Amerikalı astronot da aynı sıralarda ay yolculuğuna çıkmıştır. Bulundukları uzay gemisi havalanır, dünyanın çevresini defalarca döner, sonunda aya yaklaşır. Bu gelişmeleri radyodan naklen yapılan yayından öğreniriz. Kitap boyunca izlediğimiz bu serüven nihayetinde mutlu bir sona kavuşur: “Biz evden yola çıkarken, astronot da yeryüzünden yola çıkmıştı. Ama o Ay’a inmiş, biz daha İstanbul içindeki gezimizi bitirip sağlıkla evimize dönememiştik. Tabii kitap bu tür öykülerin mâlum sonucuna ulaştırır bizi: “Eller giderken Ay’a / Gidemeyiz biz yaya/ İlerlenmez yoldaşım/ Yerinde saya saya.”
Bir dönemler her şeyin başına “asrî” sıfatının konması gibi, şimdi de moda olan sözcük Apollo’dur. Apollo Seyahat ile yola çıkılır, Apollo marka oyuncaklar alınır, Apollo için yazılmış şarkılar mırıldanılır . Kimse bu adın eski bir Anadolu tanrısı olan Apollon’dan geldiğini hatırlamaz bile. Bu alanda önemli katkı da Apollo Plak adlı bir şirketin faaliyete başlamasıdır (ne çare ki yayınladıkları plakların hiç biri uzayla ilgili değil, bendekiler Sokak Çocuğu Ali’nin ağlamalı sızlamalı şarkıları). Apollo Plak tarafından yayınlanmayan çeşitli 45’liklerde ise aya seyahat konulu skeçler karşımıza çıkar.Ali Avaz “Ali Aya Gidiyor”u, Karakediler “Aya Seyahat (Apollo 11)”i, Ateş Böcekleri “Memişle Derviş Fezada”yı hizmetlerimize sunar. Velhasıl aya seyahat bizi o zamanlar iyice teslim almıştır. Tam 35 yıl önce…
EK
AYA İLK KEZ VARANLAR
Armstrong, Aldrin, Kollins üç astronot
Yükselirken kamere yapmadılar hiçbir pot
Ayda gezdi ikisi zaten Kollins baş pilot
İlim yenerek cehli gözlerde yandı katot
Lafla olmaz diyenler şaşırdı oldu iyot
Kullan müsbet ilimi dilinde olmazı yut
Kalpler birleşti o an nabızlar tansiyon hot
Eriştik aya diye bıraktılar orda bot
Zaferden çelenk ördü bu üç cesur kozmonot
Vardık, gördük, yürüdük diye koydular bir not
Arşı öğrenmek için aya açtılar bir port
Rüyalar diyarına yaptılar hep birden sort
Antreman yapmağa arıyormuş gibi kort
Negahan bir şerefin uğruna kırdılar rot
Lakin hava pek soğuk orda giyilmiyor şort
Aya seyahat için milletler olmalı lort
Riyakar yobazlar hep bu işte oldular mort.
Emekli Albay Cemalettin Oğuztan,
Akrostişlerle İnsanlığa Doğru isimli kitabından 1973
EK
Aya seyahatin ardından on şarkı
David Bowie, Space Oddity
Byrds, Armstrong, Aldrin and Collins
R.E.M. Man on the Moon
The Police, Walking On The Moon
Talking Heads, Moon Rocks
Prefab Sprout, Moondog
Adrian Belew, The Man In The Moon
Inspiral Carpets, Saturn 5
ELO (Electric Light Orchestra), Ticket to the Moon
The Cramps, Rock on the moon
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder