6 Temmuz 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


CAZ VE CAZIRTI
Günlerden Çarşamba. Caz Festivali’nin ilk konserine gidiyorum. Herbie Hancock, sıkı bir grupla sahne alacak. Açık Hava Tiyatrosu’nun ne olacağı belli değildi, sonra festival programında adı gözükünce pek sevindik. Ama kapıları iptal olmuş, arka tarafta bir yerden griş varmış. Nişantaşı’ndan Dolmabahçe’ye inen yolun ortalarında bir yerde, Cahide’nin yanından içeri gireceğiz. Millet otomobilleri neredeyse yol ortasına bırakıp gitmiş. Aralarından zorla geçerek, taş, kum tepelerinden atlayarak kapıya varıyoruz. Cahide’nin arkasında lağım kokuları var. Onları da aşıyoruz. Sakın yanlış anlamayın şikayet etmiyorum. Hatta edenlere, saçmalamayın, diyorum, Açık Hava’nın hiç kullanılamaması durumuyla bile karşılaşabilirdik. Ülkemize anlı şanlı Kongre Vadisi’ni armağan edecek olanlar, lütfedip festival süresince Açık Hava’nın kullanılmasına izin vermişler. Daha ne istiyorsunuz? Üst yolu yeraltı mekanları kazanmak için kazıyorlar. Bir ay konserler olacak diye sana özel bir yol mu yapacaklardı yani?

Konsere sevimli katkılar

Açık Hava Tiyatrosu’na tuvaletlerin bulunduğu noktadan açılan yeni kapılardan girdikten sonra (bu arada kırk yıllık tiyatromuzda ilk defa paralı tuvaletle karşılaştığımın müjdesini de vereyim), yerimize oturduk, Tabii Kongre Vadisi’nin gizli kahramanları, konser başlayınca şıp diye çalışmayı durduracak değiller ya? Tamam biraz rölantiye almışlardı ama, inşaat sürüyordu. Zaman zaman Herbie’nin piyanosuna, Holland’ın kontrbasına hoş nağmeler eklediler. Sanatçılar bile anlayışla karşıladılar bu katılımı. Zaten ülkemizin kongresel gelişmesinin yanında caz konserinin lafı mı olurdu? Bu ulvi duygularla dolu dolu konseri izlemeye başladım.

Herbie Hancock konserine bazı katkılar da sahne arkasından geliyordu. Elbette Cahide’nin de bir programı vardı ve sırt sırta durduğu Açık Hava’da konser var diye susup oturacak değillerdi. Zaten Çapamarka’nın mekanları için sağlarında sollarında ne var, rahatsız olan var mı yok mu, hiç önemli değildir. Müthiş şahsiyet sahibidirler. Gelecekte Kongre Vadisi’nde mutlaka onlara da bir yer vermeli. Yakışır...

Bu güzel atmosfer içinde, elbette çok memnun ve mutlu konseri izluyorum. Hiç bir şey beni olumsuz etkilemiyor. Tam arkamızda Şehir Tiyatrosu için ayrılmış bölüm var. Burada birileri habire konuşuyor ve gülüyorlar. Acaba diyorum, gelecek sezon için hazırlandıkları oyunlarını mı geçiyorlar konser sırasında? Bir nevi yeni sanat, bir anlamda happening mi bu? Tiyatro metnine Hancock müziği eşlik ediyor meselâ... Harika!

Çağdaş caz ne anlama gelir?

Zaten konser ve çevre sesleri öylesine güzel bir uyum ve sentez yaratıyor ki, Herbie Hancock’un “çağdaş caz” dediği böyle bir şey herhalde diye düşünmeye başlıyorum. Sağımda solumda oturan, özellikle genç kızlar, sahneye değil ellerindeki cep telefonlarına bakıyorlar. Mesaj alışverişi. Ama tüm konser boyunca sürüyor bu. Düşünüyorum da haklılar. Artık insanlar her an her şeyi birden yapmalılar. Sadece konser izlemek ne kadar basit bir şey! Hem konuşacak, hem mesaj çekecek, hem de dinleyeceksin. Baksana; senden benden daha büyük bir coşkuyla alkışlıyorlar. Demek ki ben “çağdaş”lık açısından geri kalmışım, sadece konseri izleyerek iki saat ses çıkarmadan oturmayı bir marifet sanıyorum. Geri kalmışlık bin beş yüz yani...

Zaten artık insanlar bu hızlı yaşamları sırasında kendilerini yavaşlatan hiç bir şeyden hoşlanmıyorlar. Sessizlik onları korkutuyor, akustik ve sakin bir müzik sıkıntı veriyor, bilmedikleri parçalar akıllarını karıştırıyor. Nereye koşuyorlarsa! Ne bulacaklarsa sonunda! Hız günümüzü anlatıyor da, günümüz ne anlatıyor onu bilemiyorum artık... Caz da bu yüzden ancak cazırtı olursa günümüze ayak uydurabilecek. Herbie Hancock, bu yazdıklarıma ne derdi acaba? Çağdaş caz konusunda hayli kafa patlatmış bir şahsiyettir de kendileri...

Herbie Hancock “harikalar sirki”

Bu arada bütün bu yan sorunların değerli katkılarını bir kenara koyarak söylemek gerekirse, Caz Festivali’nin programı büyük ölçüde doyurucu. Tamam eskisi gibi rock starlarının konserleri yok ama, caz sevenler için bu bir eksi puan değil. Carla Bley, Zakin Hussain, Rufus Wainwright ve Caetano Velosa konserlerini iple çekiyorum mesela...

Seyrettiğim konsere gelirsek. Tamam Herbie Hancock’u severim. Ama bu kez çorbasını fazla karışık usulde yapmış. Biraz “harikalar sirki” durumu vardı. Ondan da olsun, bundan da bulunsun diye türler ve durumlar birbiri ardına sahne alıyordu. Ama yine de mutluyum. Özellikle Sonya Kitchell adlı şarkıcıya bayıldım. Kendisini yakın takibe alıyorum, solo albümleri var mı diye hemen araştırmaya başlıyorum. Batı Afrikalı gitarist Lionel Louke’yi tanımaktan da pek memnunum. Diğer müzisyenler hep A takımındaydılar zaten. Bu proje içinde neden yer aldığını bir türlü anlayamadığım Dave Holland’ın bası, Zappa’dan beri izini kovaladığımız Vinnie Colaiuta’nın davulu ve ECM albümlerinde pek sık karşımıza çıkan Chris Potter’ın saksafonu. Ve elbette muhteşem Herbie Hancock... Hoşgeldin 15. Uluslararası İstanbul Caz Festivali!

Hiç yorum yok: