7 Ekim 2007 Pazar

PAZAR YAZILARI




Pazar yazıları 1

YAŞASIN DUENDE!

Duende sözcüğüyle ilk kez eski bir Yeni Dergi’de karşılaşmıştım. Federico Garcia Lorca’nın verdiği “Duende Kuramı” başlıklı bir konferans metniydi bu. Sonra bir arkadaşım bunu alıp geriye getirmedi. Ama ben kavramın peşine düşmüştüm bir kere. Sahaflarda gördüğüm her Yeni Dergi koleksiyonunu taradım, ama ne çare ki yazıyı bir daha bulamadım işte... Sonra geçen ay Yapı Kredi Yayınları’ndan yayınlanan Federico García Lorca: Profil adlı kitapta, bu konferansın Roza Hakmen tarafından orijinal metninden yapılan çevirisini görünce çok sevindim.

Lorca, İspanya’nın “Guadalfeo, Sil ve Pisuerga ırmakları arasında kalan boğa postu biçimindeki topraklarda nereye gitseniz, “Bunda duende var,” ifadesini sık sık işiteceğimizi” söyler. Örneğin Andalucia’lı büyük sanatçı Manuel Torres’in, şarkı söyleyen birine, “Sende ses var, usul de biliyorsun, ama asla başarılı olamazsın, çünkü sende duende yok,” dediğinden söz eder.

Duende’yi bilen, sanatçının bu yetiyi taşıyıp taşımadığını hemen içgüdüleriyle anlar.
Duende gerçeküstü bir kavramdır. Folklora göre kimi evlerde yaşadığı söylenen, gürültü ve karışıklığa yol açan cindir. İspanyol halk masallarında yaşlı ya da çocuk görünümünde ortaya çıkar. Hani bizim kültürümüzde adı “ecinni”dir filan diyeceğim ama, hem sanatsal bir yüklem taşımadığından, hem de lüzumsuz yerelleştirme olacak diye vazgeçiyorum. En iyisi sözü yine Lorca’ya bırakmak:
“Bu karanlık sesler, hepimizin bildiği, kimsenin çözemediği ve sanatın özünü barındıran çamura gömülü muammadır, köktür. Halktan bir İspanyol’un ifadesi olan ‘karanlık sesler’den, Paganini bağlamında duende’yi tarif eden Goethe de söz etmiştir: ‘Herkesin hissettiği, hiçbir filozofun açıklayamadığı esrarengiz güç.’
Kısacası, duende çaba değil, güçtür; düşünce değil, kavgadır. Yaşlı bir gitar ustası, ‘Duende gırtlakta bulunmaz; ayak tabanlarından yukarıya doğru, içeriden yükselir’ demişti. Yani duende yeti değil, hakiki ve canlı bir üsluptur; kişinin kanında mevcuttur; çok köklü bir kültürden ve aynı zamanda yaratı eyleminden kaynaklanır.
Bu ‘herkesin hissettiği, hiçbir filozofun açıklayamadığı esrarengiz güç’, özetle, toprağın ruhudur, onu dışsal biçimlerde, Rialto köprüsünde veya Bizet’nin müziğinde arayan, peşinde nafile koştuğu duende’nin Yunan ayinlerinden Cádiz’in dansçılarına, Silverio’nun siguiriya’larındaki çılgınca, boğazlanırcasına çığlıklara geçtiğini bilmeyen Nietzsche’nin yüreğini dağlayan duende’dir.”

Duende, Lorca’nın yukarda örneklediği biçimde daha çok flamenko ve çingene sanatçıların icralarında kendini gösterir. Ama yine onun konferansından yapacağım aşağıdaki alıntıda da görülebileceği gibi, duendeyi başka müzikal formlar içinde de arayabiliriz. Şöyle anlatır Lorca: ”Çingene dansçı La Malena, Brailovski’den Bach’ın bir eserini dinlediğinde, ‘Ole! İşte bunda duende var!’ demiş, ama Gluck’tan, Brahms’tan ve Darius Milhaud’dan sıkılmıştı. Hayatımda tanıdığım doğuştan en kültürlü kişi olan Manuel Torres ise, Cennetü’l-Ârif Noktürnü’nü bizzat Falla’dan dinlediğinde müthiş bir yorumda bulunmuştu: ‘İçinde karanlık sesler olan her şeyde duende vardır.’ Bundan daha doğru bir cümle olamaz.”

Konferansın bününü aktarmaya niyetim yok. Ben, “duende” ile yaşadığım bireysel maceradan örnekler vermeye çalışıyorum. Kavrama, Lorca’dan sonra John Berger’de de rastladım. Berger, Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı adlı kitabında, Picasso’nun duendeye sahip bir sanatçı olduğunu ileri sürüyordu. Lorca’nın konferans metni, bunu yazıyı okuduğumda elimde yoktu. Bu nedenle kavramı müzikten resme taşımanın ne denli doğru olduğu konusunda kuşkuluydum. Ama şimdi yeniden Lorca’ya bakıyor ve onun “duende”yi müzik alanının dışındaki sanatçılarda da bulabildiğini anlıyorum. Örneğin El Greco, Goya gibi ressamlarda, Mossèn Cinto Verdaguer , Arthur Rimbaud ve Jorge Manrique gibi şairlerde duende olduğunu söylüyor. Biraz ilerde ise duende’yi hangi sanatlarda aramak gerektiğini açıklıyor: “Duende bütün sanatlarda bulunabilir, ama doğal olarak en geniş hareket alanını müzikte, dansta ve sözlü şiirde bulur; çünkü bu sanatları icra edecek canlı bir beden gereklidir, çünkü bunlar sürekli olarak doğup ölen biçimlerdir ve kesin bir şimdiki zaman temelinde biçimlenirler.”

Aslında bu son açıklamadan da anlaşılabileceği gibi, duende esas olarak canlı bir icrada karşımıza çıkabilir. Müzikte, dansta örneğin. Eski blues sanatçılarının, yerel bir saz şairinin, kendini müziğe kaptırıp danseden bir dervişin toprağın derinliklerinden gelen bir güç ve esinle dolu olduğu zamanlar vardır. Bizi kendi içine çeken, heyecanlandıran ve duygulandıran bir şeydir bu. Her zaman karşımıza çıkmaz. Hatta çok az çıkar... Canlı icralar dışında müzikte duende aramak mümkün, ama biraz daha hoşgörülü olarak. Plaklarda, CD’lerde dinlediğimiz müzik ne de olsa bir kayıttır. Karşımızda sanatçı durmamaktadır doğal olarak. Ama ben yine de, “duende” kavramını, çok fazla sevdiğim şarkıcıların, neden diğerlerinden farklı olduklarını anlamak için kullanmaya çalışırım hep. Evet belki yüzlerce sevdiğim şarkıcı vardır, ama bunlardan ancak küçük bir bölümü beni yüreğimden yakalar. Bunlar, şarkılarını bambaşka bir gücü kullanarak söyleyenlerdir. Belki de sahip oldukları bu güç “duende”dir... Böylece bana göre “duende”li şarkıcılar listesi yapmaya başladım. Bu listenin tümünü yayınlamaya yerim yetmez. Ama en tartışılmaz olan bir kaç ismi burada sizinle paylaşayım: Nina Simone, Jeff Buckley ve geçenlerde İstanbul’da bir konser veren Antony... Gerisini sizin tahmininize bırakıyorum.

Yazımı yine Lorca ile bitireyim. Şöyle diyor büyük şair: “Duende düşünce, ses ya da hareketle, çukurun başında yaradanla serbestçe çarpışmaktan hoşlanır. Melekle ilham perisi kemanlar eşliğinde, vakitlice sıvışırlar, duende yaralar; bir insanın eserindeki yenilik, yaratıcılık, asla kapanmayan bu yaranın tedavisinden kaynaklanır.” Öyleyse yaşasın duende!

Hiç yorum yok: