6 Ekim 2007 Cumartesi

ARŞİVDEN SEÇMELER

İCLAL AR
KIZIL SAÇLI SOPRANO

Az önce bir telefon aldım. İnsanlar Alemi kitabında yaşamını anlattığım İclal Ar ölmüş. 3 Ekim günü de gömülmüş. Google'daki haberlere baktım. Kimi 103, kimi de 95 yaşında öldüğünü yazıyor. Bilemem, bana ona hiç yaşını sormadım ki... Merak ederseniz yazımı okuyabilirsiniz.



Uluslararası üne sahip sopranomuz Leyla Gencer, 1988 Mayıs ayında Atatürk Kültür Merkezi'nde İstanbul Devlet Operası sanatçılarıyla Rossini'nin eserleri üstüne bir seminer çalışması yapıyordu. Ara verdikleri an, Leyla Gencer, salonda çalışmayı seyredenler arasında orta yaşını geçmiş, ama hâlâ güzel ve dinç bir bayanı farketti. Hemen yanına gitti, birbirlerine sarıldılar. Sonra birlikte çalıştığı sanatçılara dönüp : "Sizlere İclal Ar'ı tanıştırmak istiyorum," dedi. "Kendisi eski sopranolarımızdandır. Ama benim için çok farklı bir önem taşır. Çünkü İclal hanımın ailesi, benim müzikle tanışmamın, kendimi yetiştirmemin en önemli zemini olmuştur. Kendilerinden çok destek gördüm." Leyla Gencer'in bu açıklaması birden dikkatleri İclal Ar üzerine toplar. Kimdi bu İclal Ar?

İclal Ar’la bu olayıı takibeden yıllarda tanıştık. Ferhan Şensoy Ses Tiyatrosu’nu restore etmiş, İstanbul Belediyesi de bir multivizyon hazırlanması için benimle ilişki kurmuştu. Bu mekanda kimler oynadı, çalıştı diye araştırırken, 1930’lu yıllarda Şehir Tiyatrosu’nun dekorlarını yapmış olan Vedat Ar’la görüşme yapmak istedim. Röportaj için evine gittiğimde eşi İclal hanım da, günlük jimnastik çalışmasını yapmak için spor salonuna gidiyordu. Vedat beye laf arasında sordum. 1930'lu yıllarda İpek Film Stüdyosu'nda montajcı olarak çalışırken tanışıp evlendiklerini söyleyince ilgim iyice arttı. Aradan 15 yıla yakın süre geçti. Ar çiftiyle ilişkim hiç kopmadı. Vedat Ar’ın bana hediye ettiği “ex libris”li kitaplar kütüphanemin en değerli köşesini oluşturuyor. Onu bir kaç yıl önce kaybettik. İclal Ar ise her dönem olduğu gibi, yaşama sıkı sıkıya bağlı. Şu sıralar fotoğraf çekmeye meraklı. Sergiler bile açıyor… Artık onu tanımaya başlamanızın zamanı geldi.

Müziği Yaşayan bir aile

İclal Ar, müziği yaşamlarına sindirmiş bir aile çevresinden geliyor. Annesinin babaevi gerçek bir sanat mekanıydı. Kılıççı Osman Bey yıllar önce Selanik'ten gelip İstanbul'a yerleşmiş bir tüccardı. Anne Havva hanım bu kalabalık ailenin temel direğiydi. O zamanın ölçülerine göre oldukça modern bir ailedir Kılıççılar. Sayısı oldukça fazla olan kızkardeşlerin hemen hemen tümü müzikle uğraşır. En büyük kardeş Besime hanım çok iyi keman çalar. O kadar ki, dönemin ünlü bir bonmarşesi, fonograf kovanlarına keman taksimi doldurması için bir altın teklif etmiştir. Plakların keşfedilmediği bir dönemin ürünü olan bu kovanlar tek tek doldurulup satılırdı. Besime hanımın bu teklifi kabul ettiğini ve İstanbul’un birçok konağında keman taksimlerinin zevkle dinlendiğini biliyoruz. Besime'den sonra gelen kızkardeş Rabia Afet hanım (ki İclal Ar'ın annesi olacaktır) alaturkaya meraklıydı ve ut çalardı. Neyyire ve Lebibe adlı ve aralarında sadece bir yaş bulunan diğer iki kızkardeş ise sesleriyle tüm tanıdık çevrelerde haklı bir ün kazanmışlardı. Bunları yıllar sonra "Lale ve Nergis hanımlar" takma adıyla gramofon yıldızları olarak dinleyecektik. Daha ufak kardeşleri ise ablalarının yolundan yürüyecek, gerçek adıyla, Belkıs hanım olarak plaklar dolduracak, radyo konserleri verecektir.

Musiki suarelerinden film stüdyosuna

İclal Ar; Rabia Afet hanımla Edip Kalyoncu beyin çocukları olarak böyle bir müzik ortamında dünyaya gelir. Çocukluğu şarkılar ve türküler söylenen bir ortamda geçer. Her hafta büyük dayısı Münir Gencer'in (oğlu İbrahim Gencer, Leyla Gencer'in eşi olacaktır) evinde yapılan müzik toplantılarına annesiyle birlikte giderler. Burada tüm kardeşler bir araya gelir ve "musiki suareleri"nin tadına varırlar.

Kalyoncu ailesi Şişli'de bir apartman dairesinde oturmaktadır. İclal on, onbir yaşlarındayken ilginç bir olay yaşanır. Kapıkomşularının ahbapları olan bir Macar karıkoca, her yıl İstanbul'a gelmektedir. Kücük İclal'ın içindeki sanatçı kişiliği ilk keşfeden bu Macar aile olur. İclal'in anne ve babasına, "Kızınız çok yetenekli, güzel bir sesi var. Ayrıca çok güzel bir kız da olacak. Onu bize verin, Peşte'ye götürelim, bir sanat okuluna yerleştirip yetiştirelim. Yetiştikten sonra size iade ederiz," derler. Edip bey daha aydın olduğu için razı olur ama Afet hanım aynı kanıda değildir. Teklifi duyar duymaz düşüp bayılır. "Ben kızım olmadan ne yaparım!" der de başka bir şey demez! Peşte hayalleri böylece doğmadan toprağa gömülür.

İclal'in Nişantaşı Ortaokulu bitirmesi, ailesi tarafından o zamanın ölçülerine göre, yeterli bir eğitim olarak kabul edilir. Ama artık bir genç kız olmuştur. Edip bey, kızının evde sıkıldığını farkederek onu yeni açılan İpek Film Stüdyosu'na yerleştirir. İclal'in teyzesi Neyyire hanımın eşi Naci İpekçi'dir. İclal, bu nedenle İpek Film Stüdyosu'nda yakın bir aile ortamı ile karşılaşır. İşe başladığı gün onu stüdyonun müdürü Vahit İpekçi bey karşılar. Ardından Nazım Hikmet'le, Muhsin Ertuğrul'la,ve diğer oyuncularla tanışır. İclal Ar'dan o yılları anlatmasını istiyorum:

"Film montaj işlerini öğrenmeye başladım. Laboratuvar şefi Hoffman benim amirimdi. Bana üst katta bir montaj odası verdiler, burada çalışıyordum. Odama oyuncuların gelmesini Vahit bey yasaklamıştı. Beni küçük bir kız olarak kabul edip, korumasına almıştı! Ses mühendisimiz Morgen, Tobis-Klang firmasından gelmişti. Nâzım Hikmet o zamanlar İpek Film Stüdyosu’nda senaryo yazarı olarak çalışıyordu. Bana aşık oldu. Ünlü bir şair, çok etkileyici bir kişi. Ben de hoşlanıyorum ama, Nâzım evli. Bu nedenle duygularımı hiç belli etmiyorum. Ama o her fırsatta yalnız kalmak için zemin yaratıyor. Müdür Vahit beye, "İclal'ı benim odama yollayın," diyor. İş gereği mecburen gidiyorum. Ama çalışmak ne mümkün, Nazım habire ilanı aşk ediyor, ben de başımı eğiyor öylece duruyorum. Filmlerde, operetlerde şarkılara söz yazarken ‘kızıl saçlı kız’dan söz ediyor, sonra bunları bana okuyup, benim için yazdığını söylüyor. Ama çok etkileyici olmasına ve ondan hoşlanmama rağmen hep uzakta tuttum kendimi."

Vedat Ar'la tanışması ve evlenmeleri

İclal Ar, ilerde kocası olacak Vedat Ar'la da bu stüdyoda tanışır. Vedat Ar, İpekçiler'le çalışmaya, ilk sesli Türk filmi olan İstanbul Sokaklarında’nın bazı sahnelerinin Paris'te çekimi sırasında başlamıştır. Vedat bey, bundan sonraki yıllarda İpek Film'in çektiği filmlerin büyük bir bölümünün dekorlarını yapacaktır. Tanışmalarını İclal hanım şöyle anlatıyor:

"Bir gün Paris'ten yeni bir genç dekoratör geldi dediler. Vedat'la böyle tanıştım. İpek Film'in dekorlarını yapıyordu. Ben bu arada projeksiyon makinesinde film göstermeyi de öğrenmiştim. Gelen misafirlere stüdyoda film gösteriyorum. Sürekli çalıştığımız Muhsin Ertuğrul beni çok sevmişti: ‘İclal'ciğim, bir senin, bir de Feriha Tevfik'in yüzüne bakınca içimi huzur kaplıyor, dinleniyorum,’ derdi. Beni film oyuncusu yapmak için çok uğraştı. Karım Beni Aldatırsa filminde , Bir Millet Uyanıyor’da oynatayım diye sürekli ısrar ediyordu. Ben de düşündüm ama biliyorum ki imkanı yok, aile izin vermez. Sormadım bile. Muhsin bey baktı ben sinema oyuncusu olamayacağım, o zaman seni evlendireyim, dedi. Böylece Vedat'la evlenmeye karar verdik. Evlilik töreninde Muhsin Ertuğrul bey benim şahidim oldu. 1933'de evlendik, stüdyodan ayrıldım. Zaten oradaki faaliyetler de yavaşlamıştı. Yaşantımız tamamen başka bir yöne çevrildi."

İnsanın yüreğinde sanat ateşi hep yanarsa...

İclal Ar, İpek Film Stüdyosundan ayrılıp ev kadınlığına başlamıştır. Ama içinde çocukluktan beri varolan sanat ve müzik yaşamına olan aşkı hiç sönmemiştir. Bu dönemi aile içinde toplantılar yaparak geçirirler:
"Maçka'da kirası 18 lira olan bir apartman dairesine taşınmıştık. Ev ufaktı, iki odalı. Vedat da insanları; bir araya gelip toplanmayı çok seviyordu. Ama maddi durumumuz pek iyi değildi. Vedat ailenin üyelerine, arkadaşlarımıza: ‘Bize haftada bir gelin, artık durumunuza göre biriniz şarabı , biriniz peynirleri, biriniz meyvaları getirirsiniz,’ diyordu. Sandalyelerimiz, koltuk takımlarımız da tamam değildi. Yerlere minderler koyuyoruz, gelenler oralarda oturuyor. Bir Telefunken radyomuz, (Vedat çok meraklı olduğundan) bir ‘iyi su kübümüz’, bir de yatağımız var. İlk zamanlar mali durumumuzu bilmediklerinden, Vedat'ı hasis zannedenler olmuş, ama zamanla anladılar tabii.
Bu arada bir ahbabın evinde Necip Celal ile de tanışmıştık. Arkadaş olduk, zaman zaman akerdeonunu alıp o da bizim toplantılarımıza gelmeye başladı. Bir gün yine yerlerde oturmuşuz. Romantik olsun diye herhalde, elektriği söndürüp mumları yaktık, birlikte şarkı söylüyoruz. Necip Celal'in gözleri kör ama, ışığı görebiliyor. ‘Çocuklar, şu mum ışığını da söndürün de, bu akşam hepimiz eşit olalım,’ dedi. Ağlamaya başladık."

Radyo, konservatuar ve resitaller

O yıllarda Necip Celal'in bestelerini plağa dolduran iki Rum kızkardeş var: Gavin Kardeşler. İclal Ar onlarla da tanışır. Evlerdeki toplantılar tango seanslarına dönüşür. Ve bir gün İclal Ar'ı keşfederler!

"İstanbul Radyosu Müdürü Mesut Cemil bizim çalışmalarımızı duymuş. Ailecek de tanışırdık. Bir gün bana, ‘Gel Radyoda sana bir Necip Celal tangosu okutayım,’ dedi. Ama nasıl olur dedim, ‘Canım takma isim kullanırız’ deyince, razı oldum. İstanbul Radyosu’nun, Galatasaray Postanesi üstündeki ilk döneminde, Necip Celal'in bir tangosunu Kızıl Ay adıyla okudum. Saçlarımın kızıl oluşundan dolayı, Mesut Cemil beni öyle takdim etmişti."

İclal hanımın içinde müzik ateşi giderek yangına dönüşüyordu. Yeni açılan İstanbul Konservatuarına girmeye karar verir. Şan imtihanını Nimet Vahit hanım yapmaktadır. İclal Ar'a sıra gelince "Aslında kontenjan doldu," diye tereddüt eder. Ama onu dinledikten sonra düşüncesini değiştirecek ve İclal hanım konservatuara girecektir. Burada Muhittin Sadak'la çalışmalar yaparlar. Derken hastalanması nedeniyle konservatuara devam edemeyip ayrılmak zorunda kalır:
"Müzik çalışmamı özel derslerle sürdürmeyi düşündüm. İtalyan asıllı bir hocadan ders aldım. Abdülaziz'in eczacıbaşısının oğlu olan bu hocanın adı Demarki'ydi. Şan derslerimiz iyice ilerledi. Repertuarımı hazırladım. İpek Film Stüdyosu döneminden tanıdığım Cemal Reşit Rey beyi görmek için radyoya gittim. Çalıştığım aryaları dinledi. Çok beğendi ve kendisi eşlik ederek konser vermemizi istedi. Havalara uçtum tabii, Cemal Reşit beyin akompanye etmesi ne demek! Onun derslerine devam etmek istediğimi söyledim. ‘Memnuniyetle, ama sende o kadar iyi bir kulak var ki, ders almaya hiç ihtiyacın yok,’ dedi. Radyoda ve sahnede konserler verdik."

Ailenin gençleri topluca koroya katılıyor!

Bu arada İstanbul Konservatuarı bir koro kurmak için çalışmalara başlamıştır. Koroyu Muhittin Sadak'ın idare edecektir. Konservatuar öğrencileri ve dışardan insanlarla büyük bir koro kurulması amaçlanmaktadır. İclal Ar'ın dayısının oğlu İbrahim Gencer'in eşi Leyla Gencer de konservatuar öğrencisidir. Ama sahneye çıkmasına aile büyükleri izin vermemektedir. Ailenin gençleri ise şöyle bir oyun düşünürler. Çoğumuzun sesi eğitimli ve güzel, böyle bir koroya birlikte katılırsak, Leyla'nın da sahneye çıkmasına kimse karşı çıkamaz. Bu plan uygulanır ve Leyla Gencer'in yanısıra İclal Ar, onun kızkardeşi Rikkat hanım, Neyyire hanımın oğlu Semih Türkiz ve onun eşi koroya katılır. (Öteki kuzenleri İlham Gencer ise piyanoyu seçtiğinden korodan uzak durmuş olsa gerek...)

"Leyla oradan çıkıp, primadonna olarak Ankara'ya Opera'ya gitti. Bense bu koroda dokuz yıl çalıştım. Koroda solist olarak da görev alıyordum. Muhittin Sadak'ın çok katkısı oldu yetişmemize. Onu hep saygıyla anarım bu nedenle. Bu arada Profesör Brancucci'den de özel ders almaya başladım. Birlikte resitaller verdik."

Konservatuar Korosu'nun 1950 yılındaki ilk konseri büyük ilgi ile karşılanır. Koro, 70 kişilik kadrosuyla Türkiye'nin bu konuda o güne değin gerçekleştirdiği en önemli atılımdır. Konserde Haydn, Brahms, Schumann gibi bestecilerin eserleri seslendirilir. Bu arada İclal Ar da bir parçada solistlik yapar. Faruk Yener konser sonrasında şunları yazıyordu:
"'Veda Şarkısı'ndaki bariton ve radyomuzdan evvelce de dinlemiş olduğumuz soprano İclal Ar'ın ses kapasitesi ve diksiyonları ilerisi için çok şeyler vaadediyor."

Koronun 1951 yılındaki ikinci konserinde de İclal hanım dikkatleri yine üstüne toplar. Akşam gazetesindeki makalede şu satırlar yer alıyordu:
"İclal Ar, Schubert'in "Ave Maria"sında, bu çok tanınmış ve o nisbette sevilmiş eserin ifadesinde haklı bir başarı kazandı. Bayan İclal Ar'ın ses genişliği ve kuvveti ile müsavi değerde müzikalitesi var. Sesini hizmetine vakfettiği eseri anlayarak ve duyarak ifadelendiriyor. Bu güzel sesi daha başka eserlerde de dinlemeyi temenni ederim." Koronun üçüncü konserinde ise İclal Ar, Binnaz Fevzioğlu ile birlikte solist olarak görev alır.

İclal Ar, aynı yıl içinde, piyanoda Prof. Italo Brancuccci'nin eşliğinde bir konser verir. Küçük Sahne'de gerçekleştirilen bu konser sonrası olumlu eleştiriler alırlar. Bunu diğer konserler izler. 1954 yılında Ferdi Ştatzer'in piyanosu eşliğinde İstanbul Radyosu'nda bir konser verir. Ştatzer'le bu beraberliği aynı yılın 19 Mayısında Küçük Sahne'deki resitalde de sürecektir.

Bu arada Muhsin Ertuğrul'un teşebbüsüyle Ankara'daki Devlet Opera'sına bağlı olarak İstanbul'da da bir "Şan Stüdyosu" açılır. Şanla uğraşan müzisyenler ve solistler burada çalışmaya başlarlar. Her katında piyanosu olan, beş katlı bir apartmandadır bu stüdyo. Alman,İtalyan hocalar ders vermektedir. İclal Ar da buradaki çalışmalara katılır:

"Ben buraya imtihanla kabul oldum. Dört yıl kadar burada çalıştım. Sonra İstanbul Operası'nın kuruluşu yapıldı. İmtihanları kazanarak Opera'ya girdim. Dört yıl kadar da Opera'da çalıştım. Menotti'nin Konsolos operasında, Mascagni'nin Cavalleria Rusticana'sında baş rolleri üstlendim."

Ve birden ortalığa bir sessizlik çöktü. Bundan sonrası biraz hüzünlü. Ayrıntılarını anlatmak istemediği bazı çekemezlikler, anlaşmazlıklarla dolu. Bu huzursuzluklar İclal Ar'ı rahatsız ediyor ve emeklilik hakkını da kazanmış olduğu için ayrılmayı seçiyor. Artık o emekli bir sopranodur.

"Sonra başka işlere verdim kendimi. Dekoratif mumlar yaptım. 1967 yılında Beyoğlu'nda Şehir Galerisi'nde bu konuda bir sergi açtım. Salonun dekorasyonunu da eşim Vedat Ar yapmıştı."

O dönemin eski bir kupürünü buluyorum Vedat Ar'ın dosyaları arasında. Vatan Gazetesi'nde Nihal Atamer bu sergiyi şöyle tanıtıyor:
"Eski sopranolarımızdan İclal Ar, renklerin bütün tonlarını kullanmış, 111 parça yuvarlak, dört köşe, dikdörtgen, silindir geometrik şekillerin tümü, maharetle iriden ufağına kadar iğrilmiş, bükülmüş, yuvarlanmış ve dekoratif mum olmuş. Lamba şişesinden kalıplar, kadehler, bardaklar, kolaylıkla, ama sanatçıya has bir buluşla içleri doluvermiş. Sonra Laleler, Hisar, Çeşmi Bülbül gibi güzel isimler alarak ince titrek, yana yana eriyecekler. Yakılmak için yapılan küçük heykelcikler başka bir sanat."

Mumlarla uğraşan İclal hanımın kalbindeki müzik ateşi sönmemiştir. Bunu Vedat Ar'ın anlattığı bir olayı dinlerken daha iyi anlıyoruz. Opera'dan ayrılmasının üzerinden yıllar geçmiştir. Denizcilik Bankası'nın "Seyyar Sergi Gemisi" olarak Amerika'ya giden Tarsus gemisi yolcuları arasında Ar ailesi de vardır (Vedat Ar geminin dekorlarını yapmıştır ve bu yolculuğun anıları başka bir yazıya konu olacak kadar güzeldir). Gemi İspanya'ya da uğrar elbette. Barcelona'da bir kürk almaya kalkarlar. Muazzam bir mağazadır bu. Kürklere bakarlar ama fiyatlar pek yüksektir. Satıcılarla diyaloğ kurmaya çalışırlar. Türkiye'den söz açılır. Mesleklerden dem vurulur. Bu arada Vedat bey, eşinin opera sanatçısı olduğunu söyler. Hatta daha da ileri giderek, size İspanyolca şarkı bile söyleyebilir der. Adamlar şaşırırlar, haklı olarak. İclal Ar'dan söylemesini rica ederler. Repertuarını şöyle bir gözden geçiren İclal hanım, Manuel De Falla'nın düzenlemesiyle İspanyol halk türkülerini okumaya başlar. Orta avluda başlayan bu konser, üst katl balkonlarının çalışan kızlarla dolmasına yol açar. Giderek mağazada tüm işler durur. Herkes balkonlardan bu güzel sesi dinlemektedir. Sonunda merak eden müdürler de yanlarına gelir. Diyalog iyice artar." Ve biz o kürkü yarı fiyatına aldık," diye noktalıyor anısını Vedat Ar.

Bugün İclal Ar, duvarlarını süsleyen anılarının önündebir kızıl meşale gibi oturuyor. Gülüşü eski günleri hatırlatacak kadar güzel. Ve elbette müziği yine delicesine seviyor. İlk aşklar unutulmaz…

(Kaynak, Gökhan Akçura, İnsanlar Alemi, İthaki Yayınları, İstanbul 2005

Hiç yorum yok: