6 Aralık 2008 Cumartesi

CUMARTESİ YAZILARI


ALNIMIZA SÜRÜLEN KAN YA DA KURBAN
Ziya Osman Saba Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde bize bir kurban bayramı anısını anlatır. Anneannesi “Bu bayram Ziya’ya güzel kınalı bir kuzu alalım,” der evin kalfasına. Küçük Ziya’nın içi cız eder, kurban bayramı sabahlarını düşünür, bütün sene dolapta bir tülbent arasında saklanan kurban bıçağı aklına gelir. Ama çocuktur sonunda, kuzuyla tanışır, arkadaşlık eder, sever. Sonunda o meş’um gün gelir. Kuzusunu öldürmesinler diye erkenden kalkar Ziya. Anneanne onu teselli etmeye çalışır, “Kuzunun canı acımaz, Allah ona acı duyurmaz,” der ve ekler, “O cennete gideceğini anlar, boynunu kendiliğinden uzatır.” Bahçede hazırlıklar yapılmıştır. Kurbanın gözleri bağlıdır ve ölümünü beklemektedir. Ziya Osman Saba büyüdükten sonra ne kendisi, ne de sevdikleri için kurban kestirmeyecektir bir daha...

Kurban Bayramı’nı geleneksel olarak kutlayan tüm kesimlerde, çocuklar yüzyıllardan beri cinayete tanık olurlar. Kasaplık görevini üstlenen ceketi çıkarır, kolları sıvar, açılmış çukurun başına gelir. Bilenmiş bıçaklar, satırlar kenarda durmaktadır. Eskiden kurbanlık hayvanın gözüne gül suyu serpilip, ağzına tuz verildikten sonra gözleri tertemiz bir bezle örtülürdü. Şimdi bunlar yapılıyor mu bilmiyorum. Sonra kurbanın, “tepinerek kolay can versin diye” bir ayağı bırakılıp üçü bağlanır. Ardından tekbirle bıçak vurulur. Vahşet duvara çakılan demirde, ya da ağaca bağlanan halatta sürer. Şimdi de derisi yüzülecektir. Hayvanın bir bacağından delik açılır ve buradan üfleye üfleye şişirilerek derisi etinden ayrılır. Eti de parçalanarak taslara doldurulur... İnsanın bu kadar kolay can aldığını gören bir çocuğun bilinçaltında neler yeşereceğini ise kimse düşünmez... Alnına sürülen kan ömür boyu silinmeyecektir.

Kurbanın kısa tarihi

Yine bir Kurban Bayramı geldi. Yine sokaklar kan gölüne dönecek. Yine bir gün içinde milyonlarca koyun kesilecek. Peki bu kurban olayı nasıl ve ne zaman girdi insanlığın tarihine? Varlığını nasıl böylesine korudu, hatta bayramlaştı! Kurban (Kurbanın Kökenleri ve Anadolu’da Kanlı Kurban Ritüelleri) başlıklı bir kitap yazan Doç. Dr. Gürbüz Erginer, konunun ayrıntılarına girerek bizi aydınlatır. Kurbanın ilkel toplumlardan başlayarak tek tanrılı dinlere kadar tarihimizin bir parçası olduğunu gösterir. İnsan toplulukları kurban ritüeline, gerek doğa güçlerini yatıştırmak, gerekse tanrılarına armağa sunmak için başvururlar. Kurban edilenler insanlar ya da hayvanlardır. Antropolojik araştırmalar yanısıra yazılı kaynaklarda da bol bol karşımıza çıkar kurban olgusu. Hitit tabletlerinde, Mısır hiyerogliflerinde, İlyada ve Odysseia destanlarında ayrıntılı bilgiler buluruz bu konuda.

Peygamberler tarihi de insanın bir kurban nedeniyle öldürülmesiyle başlar. Kabil, kardeşi Habil’in sunduğu kurbanın tanrı katında daha makbul bulunmasını kaldıramaz ve kardeşini öldürür. Musevilerin kutsal kitabı Eski Ahit’in her köşesine kurban kokusu sinmiştir. Tanrı, Musa’ya “Bütün ilk doğanlar benimdir; ve inekten ve koyundan, bütün hayvanların ilk doğan erkeklerin hepsi benimdir. Ve eşeğin ilk doğanı için bir kuzu fidye vereceksin; ve eğer fidye vermeyeceksen, o zaman onun boynunu kıracaksın. Oğullarının bütün ilk doğanları için fidye vereceksin. Ve kimse önümde eli boş görünmeyecek,” der ( Tevrat, Çıkış 34/ 19-20). Öte yandan kurban olgusunun dinsel temelinde en güçlü dayanak olarak gösterilen İbrahim peygamberin oğlunu kurban etmeye kalkması ve tanrının ona bir koç yollaması öyküsü de Tevrat kökenlidir.

Gürbüz Erginer, Tevrat’ta kurban olgusunun “tüm ayrıntılarıyla betimlenmiş” olduğunu söyledikten sonra şöyle devam eder: “Neyin, ne zaman ve nasıl yapılması gerektiği; hangi hayvanların, hangi tür normların çiğnenmesi durumunda kurban edileceği; kurbanın yağından derisine, butundan kellesine tüm organlarının ve diğer kısımlarının ne tür işlemlere tabi tutulacağı en ince ayrıntılarına dek anlatılmıştır.”

Hıristiyanların kutsal kitabı İncil’de ise (Yeni Ahit), Tanrı, her nedense artık türleri ve nitelikleri belirlenmiş hayvanlardan, buğdaydan, undan, ekmek ve yufkadan, şaraptan kurban istemez. İsa’nın yaydığı din, her ne kadar kendinden önceki peygamberlere dayanıyorsa da, öncekilerden ona yansıyan biçimiyle kurbanlamalara pek ilgi göstermemiştir. İncil, kurbana ilişkin açıklamalarında, kendinden önce kurban kapsamı içinde Tanrı’ya akıtılan kanların insanları yetkinliğe erdiremediğini vurgular. Kitabında bu tesbiti yapan Gürbüz Erginer, İsa’nın son kurban olduğunu, bu nedenle hıristiyanlıkta kanlı kurban kesmenin dindarlık kapsamında yer almadığını söyler. İncil kurban kesmekle günahlardan arınılamayacağını şöyle vurgular: ‘Çünkü boğaların ve erkeçlerin kanı günahları ortadan kaldıramaz.” (İncil, İbraniler 10/4)

Kuranda kurbanın yeri

Geldik Müslümanlığa... Kuranda kurban sözcüğü üç ayrı yerde geçer. Bunlardan ikisi konunun efsanevi kaynaklarından söz eder. Yani Adem’in oğullarından ve İbrahim’in öyküsünden... Diğeri ise “Hac Suresi”nde yer alır. Burada bir kurban olgusu ve kurban etiyle yoksulların doyurulmasına atıf vardır. Aynı surenin sonuna doğru “İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah’ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlara sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yani üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik,” diye buyrulur. Ama sure şöyle devam eder: “Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allaha ulaşacak olan ancak sizin O’nun için yaptığınız gösteriişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir.’ (Kuran, Hacc 22/36-37)

Profesör Hüseyin Hatemi Kuran’da kurban kesiminin sadece Hac merasimi sırasında kesilerek eti yoksul hacılara dağıtılan hayvanlar için kullanıldığını belirtir. Hatemi bu konuyla ilgi surenin yanlış yorumlanarak, Hac’ın gerçekleştiği 10 Zilhicce gününün Kurban Bayramı olarak kutlandığını, bu bayramın en temel unsurunun da –Hacca gidilmese dahi- kurban kesmek olarak yorumlandığını söyler. Hatemi bu yüzden İslamın evrensel değerlerini simgeleyen Hac bayramının ne yazık ki bir “kavurma şöleni ve kan ayinine dönüştürüldüğünü” ileri sürer. Görüşü “Hacca gitmeyenler için hayvan kesmenin gereği yoktur” biçiminde özetlenebilir. Yaşar Nuri Öztürk de “kurban kesmenin bir farz olmadığının” altını çizer. “Kurban kesiminin hayvan katliamlarına” denen olduğunun ve vazgeçilmesi gerektiğini sözlerine ekler. Kurban konusunda yerleşik İslam düşüncesiyle çelişen bu isimler, sekiz yıl kadar önce bir televizyon programında görüşlerini açıklamışlar ve büyük tepki almışlardı.

İnsanlar ve hayvanlar üzerine

Hayvan hakları savunucuları ve vejetaryanlar içinse kurban işlemi doğal olarak temelden karşı çıkılması gereken bir olgu. İnsanların diğer hayvanlardan üstün bir ırk olmadığını vurgulayan Peter Singer, konunun temel kitabı olan Hayvan Özgürleşmesi’nde görüşlerini ayrıntılı olarak açıklar. İnsanlarla hayvanlar arasında süregelen her tür ayrımcılığa karşı çıkan Singer, hayvanlara uyguladığımız şiddeti yerden yere vurur. Hayvanlara uygulanan baskılar, işkenceler ve cinayetlere karşı gözlerimizi kapamamamızı ister. Elbette onları yemememizi de... Kurban bunlardan öte, göstere göstere cinayet olduğu için herkesin karşı çıkması gereken bir olgudur buna göre...

Türkiye’de ise kurban, bayramdan bayrama yaşadığımız bir olay olmanın çok ötesine gidiyor. Adak olarak kurban kesenlerin, her kutlamada, açılışta hayvanları yere yatırıp ortalığı kana bulayanların sayısı giderek artıyor. Kurbana olan bu tutkunun kökenleri dini aşıyor, içgüdülerimize kadar uzanıyor galiba. Kan görmekten mi hoşlanıyoruz, cinayete tanık olmaktan mı acaba?

Bu ülkede hayvanları kurban etme geleneğinden vazgeçilebileceği konusunda doğrusu hiç bir ümit taşımıyorum. Kuranın yeniden yorumlanması, yaşamın gereklerine göre bazı ilkelerinin gözden geçirilmesini beklemek de bir ütopya. Kurban Bayramı’nın manevi gücünü azaltacağı gerekçesiyle kimse bu konuda bir adım atmak istemez. Tek umudum Avrupa Birliği. Hani ona ayıp olmasın diye sokaklarda, bahçelerde kurban kesilmesi yasaklanabilir belki. Kurban kesimi gözlerden uzak tutulabilir böylece. Ama bunun ne kadar anlamı var diye de sorabilirsiniz. Milyonlarca hayvanın kanı yerde kalmayacak mı her durumda? Kurban insanlığın ilk döneminden bugünlere omuz başımızda taşıdığımız , bir türlü silkip kurtulamadığımız bir günah galiba...


KUTU:
ARKAİK DÖNEM VEJETARYANININ KURBAN KONUSUNDA DÜŞÜNCELERİ

Bugün artık güçlü bir doktrin haline gelmiş olan hayvan özgürlüğü hareketi ve gitgide yayılan vejetaryanlık, elli altmış yıl önce ancak bir garabet olarak magazin sayfalarında haber olabiliyordu. 1952 yılında gazetelerde üst üste röportajları yayınlanan “Et yemezlerin Türkiye mümessili Dr. Ferit Cansever” de, konuya temkinli yaklaşmaya dikkat ediyordu. Cansever, et yemenin sağlık açısından zararlarını öne çıkarıyor, nasıl olsa kimse dikkate almaz diye hayvanların hunharca öldürüldüğünden de hiç söz etmiyordu. Bir röportajın
sonunda yaklaşan Kurban Bayramı vesilesiyle sorulan “kurban hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna da oldukça dikkatli ve biraz kaçak oynayarak cevap verir:
“Bu bahis başlı başına bir meseledir. Kurban, kulların işledikleri bir günahın affı için Allah’a karşı müminler tarafından yapılacak en büyük fedakârlığın azami haddidir. Çöllerde, kuru otun bile bulunmadığı çöllerde yaşamaya mahkum olan Bedevileri biz bugün bile vahşi gibi telakki ediyoruz. Binlerce sene evvel bunların ne kadar iptidai bir halde bulunduklarını tahmin etmek mümkündür.
Yamyamlık, insanları kurban etmek, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi adetlerin cari olduğu o devirlerde kurban etini mubah kılmak kadar tabii ve mantıki ne olabilirdi? Şimdi bile insanlar aç kalsalar ben bile bu açlara insanları yiyecek yerde hayvanları yemeyi tavsiye ederim. Hayvan etlerinin yenilmesinin mubah kılınması ile insanları ferah ve saadette bulunduracak meyvaların tarifleri ve manaları arasındaki derin farkı sezmeyecek olursak, çok iptidai bir zihniyet içinde bulunduğumuzu göstermiş oluruz, değil mi?”

Hiç yorum yok: