27 Temmuz 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


YAZ GAZOZ ZAMANIDIR
Yaz sıcaklarıyla başa çıkmanın bir yolu da soğuk sıvılara rağbetten geçer. Eski devirlerde, kışın toprak altındaki kuyulara saklanmış karları kullanarak şerbetler içilirdi. Metin And da 16. yüzyıl İstanbul’unu anlatırken, kar ve buz konusuna değinir: “Sıcak havalarda üst sınıftan Türkler içeceklerini buzlu severlerdi. Tüm yaza yetecek buzu sağlayabilmek amacıyla kışın kar yağdığında, kar toprakta açılan derin kuyularda depolanırdı. Burada kar donardı. Bu buz kuyularından bazıları Galata yakınlarındaydı. Kuyuların ağzında tahta kapaklar vardı. Yaz geldiğinde buz kalıplar haline getirilir, keçeye sarılır ve kente at sırtında nakledilirdi. Atların her biri iki yanlarında birer buz kalıbı taşırdı. Bu işlem genellikle Bulgarlar ve Hıristiyanlarca gerçekleştirilirdi. Bunlar buzları meyve satıcılarına satarlardı.” Sonra da bu buzla meyve suları karıştırılıp “kar helvası” adı verilen, şimdileyin frozen diye içtiğimiz içkilere benzeyen meşrubatlar yapılırdı.

Niğdeli Mısırlıoğlu ilk müteşebbis

Ama konuyu dağıtmayalım, bu hafta gazoz tarihine dalacağız. Her ne kadar bugünlerde “kapağı açma” edebiyatı ile dilimize pelesenk olsa da, gazozun şüphesiz başka işlevleri de vardır. Meyva esansı, şeker ve karbonik asitle yapılarak basınçlı havayla şişelere doldurulan gazoz İstanbul’da ilk kez, ithal bir içecek olarak 1890 yılında boy gösterir. Kudret Emiroğlu, Gündelik Yaşamımızın Tarihi adlı kitabında gazoz tarihimizin ilk dönemini şöyle anlatır: “Niğdeli Aleksandr Mısırlıoğlu Fransa’dan gazoz yapımı için makine getirerek üç ortakla birlikte Karaköy’de Mısırlıoğlu adıyla gazoz satışına başladı(...) İstanbul’da Hasanbey ve Hürriyet gazozları 1908’de, Neptün 1917’de, Beyaz Rus, Cumhuriyet gazozları 1923’de piyasaya çıktı. Bu gazozlar şişeyle satıldığı gibi sifonla ve seyyar el aralarıyla bardakta da satılıyordu.”

1938 yılı Ticaret Yıllığı’nda ise İstanbul’da gazoz fabrikası olarak dört kuruluşun adı geçer: G. Baslamacaoğlu’nun Feriköy’deki Olimpos (ya da Olympos), Feriköy’deki Bomonti (bira ve rakının yanısıra gazoz da üretirdi; hem de üç cins: Tutti Frutti, portakallı ve limonlu), sularıyla ünlü Büyükdere’deki Kocataş ve Demirkapı’daki Halim Hurşit’in Yalova gazoz fabrikaları. Bursa’da ise 1930’ların başında Nilüfer gazozu üretilmeye başlandı. Bir yıl sonra Keşiş Dağı’nın adı Uludağ’a dönüşünce, marka da bu asri gelişmeyi adına kattı ve günümüze kadar ömrünü sürdüren Uludağ gazozunun öyküsü başlamış oldu.

Çeşmeli Hasan

Aynı yıllarda İzmir cenahında ise Çeşmeli Hasan hakimiyeti vardı. 1937 yılı Ege Kılavuzu’nun konuyla ilgili sayfalarını açalım: “Yakın zamanlara kadar şehrimizdeki gazozlar gayri fenni gayrı sıhi olarak yapılmakta idi. Çeşmeli Hasan Bey gazozculuğu büyük ve medeni bir şehrin ihtiyaçlarına uygun şekilde hazırlamak lüzumunu his eden ilk fabrikatörümüzdür. Çeşmeli Hasan gazoz fabrikasında herşey otomatiktir; işçinin eli ne şekere, ne asitlere, ne de doldurulan makine ve şişelere değmez. Şeker kazana döküldükten sonra, hep makineler vasıtasiyle şurup olur, soğutulur, gazo makinesine gider ve şişe içinde gazoz veya Sinalko [yaşı kemale erenler belki bu karamela tatlı kolayı hatırlar] olarak çıkar. Bu fabrikada gazoz imali için lâzım olan maddeler de daima en temiz ve en eyisinden kullanılmaktadır.”

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde soğuk içecek ihtiyacının bir bölümünün de meyva ve gazoz özlerinden sağlandığını belirtmek gerekiyor. Çeşitli markalar altında (Hasan, Meram, Mazon vb.) sunulan bu özlerin yanı sıra meyva tuzları da, özellikle mide şişkinliği olanlar tarafından kullanılıyordu (örenğin Kanzuk Meyva Tuzu). Meyva özleri geleneğimiz 60’lı yıllarda Oralet ile yeniden canlandı. Aynı yıllarda ortaya çıkan kolaların tarihi ise ayrı bir yazının konusu olacak kadar külliyatlı... Aslında bana sorarsanız yazın içilecek en güzel şey su ve madensuyudur. İlla şekerli bir tat arıyorsanız şuruplar ve şerbetler de devreye girebilir (Kar Helvasını hatırlayalım). Ama beni dinleyecek kaç kişi kaldı ki?

Hiç yorum yok: