6 Nisan 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


MARIE BELL BANA BAKIYOR
İstanbul Sinema Festivali’ne her yıl ünlü konuklar katılıyor. Bu yılın sürpriz konuğu bildiğiniz gibi Claudia Cardinale. Bundan 70-80 yıl önce, İstanbul’da gösterilen filminin galasına gelen bir başka aktrist, bana zorla hikayesini anlattırdı. Bakalım sizin de ilginizi çekecek mi?

Geçen hafta Aslıhan Pasajı’nda Barış Kitabevi’ni uğradım. Kırk yıllık sahaf arkadaşım Halil’in tam yanındaki rafta Marie Bell bana bakıyordu. Bakışlarımın kilitlendiğini gören Halil, fotoğrafı alıp önüme koyarken “imzalı” dedi. Resim Stephanie Coretti’ye 1930 yılında imzalanmıştı. Fotoğrafın altında “Stüdyo Jül Kanzler, İstanbul” adresi bulunmaktaydı.
Halil insaflı davrandı, makul bir fiyata Marie Bell fotoğrafını aldım.

Bir sesli film galası

Marie Bell’le ilk tanışmam, seksenli yılların sonunda Aile Boyu Sinema kitabını yazdığım günlere rastlar. İpekçiler’in görkemli döneminin son tanıklarından İnci İpekçi, anılarını anlatırken 1930 yılında henüz üç dört yaşında katıldığı bir sesli film galasını hatırlamıştı. Babası o yıllarda Elhamra Sineması’nın müdürüydü ve sinemada oynayan Aşk Geceleri filminin galasına katılan ünlü aktrist Marie Bell’e küçük İnci sahneye çıkarak çiçek vermişti. Bu olayın önünü arkasını araştırırken Marie Bell’le de tanışmış oldum. 1900 doğumlu olan aktrist, esas olarak tiyatro oyuncusuydu. Zaten özellikle galaya değil, tiyatrosunun yaptığı turne dolayisiyle İstanbul’daydı. İlk temsillerini Ankara’da vermişler, Mustafa Kemal’in huzurunda oynamışlardı. Topluluğun rejisörü o zamanlar genç bir yetenek olan Charles Boyer’di. İstanbul’da temsillerini verirken, Marie Bell de Elhamra’da oynayan filmin galasına katılmıştı. Bir dönemin ünlü Beyoğlu kuaförü Aristokli Angelidis’le konuşurken, gala öncesi saçını onun dükkanında yaptırdığını da öğrenmiştim.

Marie Bell bir dönemin ünlü emprezaryosu Hügo Arditi’nin yaşamını araştırken de karşıma çıktı. Botter Apartmanında oturan Rafel Püller, emprezaryonun damadı idi. Evinin duvarları, Arditi’nin çok uzun yıllar işlettiği Fransız Tiyatrosu’nun (bugün Ferhan Şensoy’un oynadığı Ses Tiyatrosu yani) sahnesine çıkan sanatçıların çerçeveli resimleriyle kaplıydı. 1930 yılında Marie Bell Topluluğu temsillerini elbette Fransız Tiyatrosu’sunda vermişlerdi.

Hacı Bekir’in çapkınlıkları

Bu dönemin gazetelerini karıştırırken, temsiller sırasında ilginç olayların yaşandığına da tanık oldum. Örneğin, 13 Mayıs 1930 tarihli bir gazetede, şair Hüseyin Suat Yalçın ile ünlü şekerci Ali Muhiddin Hacı Bekir'in Marie Bell yüzünden döğüşüp mahkemelik olduğu yazıyordu. Zaten aktristin Haydarpaşa’da Ankara Postası’ndan indiği an çekilmiş fotoğrafının arka planında da Hacı Bekir’i görebiliyordum. Hacı Bekir’in çapkınlık tarihini daha yazmayı düşünmediğim için işin ayrıntılarına girmedim.

Marie Bell’in İstanbul’a bu ilk gelişi sırasında tek röportajı Fikret Adil yapmıştı. Kendisi o sıralarda Vakit gazetesinin haftasonu ekinin editörüdür. Bell, tiyatroyu sinemaya niçin tercih ettiğini şöyle anlatmış: “Tiyatroda insan seyircilerle vasıtasız olarak, doğrudan doğruya temastadır. Halbuki perdede öyle mi? Muayyen iki üç cümleyi ancak söyleyebilirsiniz. Sahnede ise insan konuşur, seyircideki tesiri bizzat görerek ondan yeni bir kuvvet alır...Sonra, perdede insanın hayali görünür, sahnede ise kendisi...Sahnede kendinizden istediğiniz kadarını verebilirsiniz.”

Sonraki yıllarda Fikret Adil’in gazete yazılarını elden geçirince, üstadın Marie Bell’le daha sonraki gelişlerinde de ilgilendiğini anlayacaktım.
Fikret Adil’in yazılarından öğrendiğim kadariyle Marie Bell 1940’da memleketimize Comédie Française ile bir daha geliyor ve klasiklerden Ardromaque’ı oynuyor. Bu sefer sanatçı Londra’dan başlayarak, Moskova, Leningrad ve Sofya’da devam eden bir turne sonu İstanbul’a gelmiştir, buradan Ankara’ya gidecek, turneyi Budapeşte’ye, oradan Amerika’ya götürecektir.

Saray Sineması’nda verilen temsiller

Marie Bell’in adı geçen yıl Saray Sineması’nın tarihini araştırırken bir kez daha karşıma çıktı. Yine bir Fikret Adil yazısında. 1962 yılındaki bu son gelişinde Marie Bell Saray Sineması’nda temsiller vermişti. Fikret Adil şöyle yazıyor: “ Saray salonu hemen hemen dolmuştu ve Marie Bell heyeti hararetle alkışlandı. Henriette Barreau, Jacques Dacqmine, Marcel Tristani, Hubert Noll gibi gerçekten ehliyetli sanatçıları bir araya getiren heyet ölçülü oyunları, mükemmel sesleri ve diksiyonları ile dikkati çekiyor, bir bütünlük gösteriyor. Asgariye indirilmiş dekor, oynanan eserin âzamî manzarasını vermektedir ve kostümler renkleri, biçimleri ile oyunun kişilerini antik vazolardan ve heykellerden çıkmış gibi gösteriyor.”

Peki Halil’in dükkanında yeniden karşıma çıkan Marie Bell ne istiyordu? Yeniden kendisini yazmamı mı? Ama bunun icin hiç bir güncel neden yoktu ki? Tabii, bunları düşünürken Visconti’nin Leopar’ının İstanbul Film Festivali programına son anda alındığını bilmiyordum. Aslında film, konuk olarak gelen Claudia Cardinale’nin şerefine gösterilecekti. Ama ilginç bir ayrıntı daha vardı. Filmin kadrosuna bakınca, Marie Bell’in de adının karoda olduğunu gördüm heyecanla. Evet, aktristimizin son oynadığı film festivalde gösterilecekti. Marie Bell’in niçin ısrarla bana baktığını artık biliyordum...

NOT VE ÖZÜR

Bu yazıyı yazdıktan (yazı da baskıya girdikten) sonra, Claudia Cardinale’nin basın toplantısında ona, “Leopar’da yaşlı bir Fransız oyuncu, Marie Bell’de oynamış. Onu hatırlıyor musunuz?” diye sordum. “Şimdi ne alaka,” der gibi baktı ve “Hayır, Leopar’da değil Sandra filminde oynamıştık. Piyanonun başındaki bir kadın olarak hatırlıyorum,” diye karşılık verdi. Hatta Alin Taşcıyan’a dönüp, alçak sesle, “bu soru da nereden çıktı, niye Marie Bell’e ilişkin soruluyor ki bana,” diye mırıldandığını bile duydum. Ama Alin sözü geçiştirdi... İyi ki de geçiştirdi, yoksa yukardaki hikayeyi anlatmak zorunda kalacaktım.

Bu cevap karşısında, belki de hatırlamıyor, onca yıl geçmiş aradan, diye düşündüm. Cumartesi günü merakla (ilk kez izleyeceğim) Leopar filminin gösterisine katıldım. C.C. film öncesi çıkıp ilginç anılar aktardı filmden. Ama ben bir an evvel jeneriği görmeyi bekliyordum. Ya Marie Bell hakikaten yoksa? Ve yoktu! Marie Bell bu filmde oynamamıştı. Yani internetin azizliğine uğramıştım. Bir yanlış bilgi, tabii işime de geldiği için beni hemen tavlamıştı. Özür dilerim, Marie Bell Leopar’da oynamıyormuş! Sadece bana Halil’in dükkanında bakıyormuş...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the Webcam, I hope you enjoy. The address is http://webcam-brasil.blogspot.com. A hug.