OLKAN ÖZYURT
Sabah Gazetesi, 16 Ağustos 2014
Biz sinemayı nasıl sevdik? Müge Turan ve Gökhan Akçura bunun izini sürdü ve ortaya İstanbul Modern'de açılacak olan Yüzyıllık Aşk başlıklı sergi çıktı. Sergi 100 yaşındaki Türk sinemasının adeta 'masumiyet müzesi' olacak
Biz sinemayı çok sevdik, sevmeye de devam ediyoruz. Ama bu nasıl bir sevgi? Memlekette kime sorsanız kendince anlatabilir bu sevdayı. Kimi oyuncuların adını anar, kimi yönetmenin. Ama ille de sinema salonlarının ismi zikredilir. Çünkü bu sevda bu salonlarda başlar esas olarak. Işıklar kararır, beyazperdeye düşer görüntüler. Büyülü an başlamıştır. Artık siz, filmle baş başa kalırsınız. Fakat bu tutkulu hal, sinema tarihimizde kendine pek de yer bulmaz. Sinema tarihi yazılırken oyunculardan, yönetmenlerden, akımlardan, dönemler bahsedilir ama nedense seyirci unutulur. Şimdilerde durum farklı mı? Seyirci dediğiniz epeydir box office rakamından ibaret!
SİNEMANIN MASUMİYET MÜZESİ
Türk sinemasının 100. yıldönümü nedeniyle İstanbul Modern'de 25 Eylül'de açılacak Yüzyıllık Aşk sergisi ilk defa sözü sinema seyircisine bırakıyor. İşin aslı sinema tarihimiz içinde seyircinin izini sürüyor. Sinema yazarı Müge Turan ile yazar Gökhan Akçura'nın küratörlüğünde hazırlanan sergi kolektif hafızamızdaki sinema sevgisini seyirci gözünden bütünlüklü olarak ortaya koymayı amaçlıyor. Müge Turan bu serginin hazırlanmasını iğne ile kuyu kazmaya benzetiyor. Sinemamızın geçmişine dair elle tutulur bir arşivin olmaması nedeniyle epey zorlukla karşılaşmış. "Bir büyük aşkın izini sürmek hiç de kolay olmadı" diyor. Sergideki fotoğraflar ve materyaller de ağırlıklı olarak Agah Özgüç, Burçak Evren, Gökhan Akçura, ve Ali Özuyar gibi bir avuç koleksiyoner sinema tarihçisinin kişisel çasalarıyla oluşturdukları arşivlerinden derlenmiş. Turan "Sonuçta ortaya bir nevi sinemamızın Masumiyet Müzesi çıkıyor" diyor. Sinemayla seyircinin ilişkisinin geçmişten günümüze değiştiğini anlatan Turan "Eskiden sinema salonları genellikle şehrin merkezinde bulunan, fenerlerle hemen dikkat çeken, seyirci için büyük mabetlerdi. Birlikte film izleme kültürü vardı. Bir anneanne ile torunu birlikte filme gidebiliyordu. Sosyalleşme yerleriydi" diyor. Bunun için kapı üstüne asılan fenerlerden gişelere, antreden lobi ve salonlara yani sinemanın büyüsünün solunduğu mekanlar bir anlamda İstanbul Modern'de canlandırılacak. Turan seyircinin sinema ve filmlerle ilişkisini sağlayan unsurların farklı yansımaları olduğunu söylüyor. "Kimi zaman çiklet, çikolata kutusunda bir artistin resmi, kimi zaman imzalı bir fotoğraf, kimi zaman saklanmış bir bilet, bir lobi kartı olarak kendini gösterebiliyor bu yansıma. Fatma Girik'li çiklet kutuları, yıldız takvimleri, askerin arkadaşına gönderdiği Müjde Ar kartpostalı, Türkan Şoray resimli çay tabağı, Ayhan Işık saç modeli, artist resimli kitap ayraçları vb... Birçok materyal sergide olacak" diyor. Ama 60'lı ve 70'li yıllarda ise özellikle imzalı fotoğrafların seyirci için özel bir yeri olduğunu söylüyor. Oyuncuların da bu konuda cömert davrandıklarını anlatıyor.
FANATİKLER DE SERGİDE
Öyle ya da böyle sinema sevgisinin fanatiklikle de kesiştiği noktalar var. Serginin sürprizlerinden biri de üç efsane oyuncunun, Türkan Şoray, Filiz Akın ve Yılmaz Güney'in fanatik seyircilerini bizimle tanıştıracak olması. Onların gözünden bakacağız bu efsane isimlere. Sergi için bir de film hazırlanıyor. İçinden sinema seyircisi ve salonunun geçtiği 50'ye yakın Türk filminden oluşturulan kolaj film için Turan "Bu sahneler 1950'li yıllardan bugüne sinema ve seyirci tarihine ait önemli bir belge niteliğinde" diyor.
GÖKHAN AKÇURA: 12 EYLÜL, SİNEMAYI GÜZEL BİR ANI OLMAKTAN ÇIKARDI
- Hazırladığınız sergi sinema- seyirci ilişkisine odaklanıyor. Acaba sinema tarihi içerisinde seyirci nerede duruyor?
- Seyirci kıyıda duruyor. Onun fikirlerini, isteklerini, arzularını pek dikkate alan olmamış. Türkiye sinema tarihine baktığımızda, seyirciye sadece bilet aldığı ölçüde önem verildiğini görüyoruz. Sinemalara kaç kişi geldiği hakkında yapılmış istatistikler var. Ama sadece seyircinin sayısı ile ilgilenilmiş. Daha 1960'larda Nijat Özön'ün yazdığı bir makaleyi hatırlıyorum. Seyircinin sinema endüstrisinin can damarı olmasına rağmen; sinemacıların o günlere kadar "Bu izleyicinin yapısı, gelişimi, eğilimleri vb." gibi konuları hiç mi hiç incelemediklerini yazıyordu. Ne yapıyorlardı peki? Filmlerinin izleyiciyi avlayacağını sandıkları 'formül'ler bulmaya çalışıyorlardı. Peki şimdilerde değişti mi bu durum? Pek bir şey değişmedi derim. Şimdi de seyirci denilince 'box office' sonuçlarını öğrenmek birçok sinemacı için yeterli oluyor.
- Günümüzde sinemayla, ya AVM'lerdeki sinema salonları ya da evlerdeki büyük ekranlar, tabletler üzerinden bir ilişki kurma eğilimi var. Acaba seyircilerin sinema ilişkisi nasıl bir değişim gösterdi?
- Bir gözlem olarak şunları söyleyebilirim. Hazırladığımız serginin çalışmaları sırasında, elimizde seyircilerle ilgili araştırma ve incelemeler olmadığından, katalog için uzunca bir yazı hazırladık. Anılarında sinema seyircisi olduğu günlerle ilgili bir şeyler yazmış birçok yazar, oyuncu, sanatçıdan, Osmanlı'dan başlayarak 1980'li yıllara kadar birçok otobiyografik kitapta seyirci olarak yapılmış sinema gözlemlerini derledik. Ama dikkat isterim. 1980'li yıllara kadar. Çünkü sonrası yok. Önce seks filmleri furyası, arkasından 12 Eylül'ün karanlık yılları sinemayı 'güzel bir anı' olmaktan çıkardı. Sonra televizyon, video, DVD girdi devreye. Bugün artık kimse anılarını yazarken 'sinema anısı' yazmıyor. Çünkü sinema o eski sihirli, özel, görkemli eğlencelik olmaktan çıktı. Aslında şimdilerde bilgisayar, tablet, DVD oynatıcısı, televizyon ve arada sırada sinema salonunda çok daha fazla film izliyoruz. Ama artık sinema sıradan, gündelik bir olgu haline geldi.
- Türkan Şoray, Yılmaz Güney gibi sinemamızın birçok starlarıyla seyircinin kurduğu ilişkiyi nasıl tanımlamalı. Onları bu kadar efsane yapan neydi sizce?
- Eskiden sinema 'sihirli' bir eğlencelikti. Hele hele 1960'lı yıllar. Agah Özgüç "Altın Yıllar" diyor o döneme. Bu yıllarda sinemaya gidenlerin çoğu, sinemanın yıldız isimleriyle de özel bir ilişki yaşardı. Dergiler sinema seyircileriyle yıldızları bir araya getiren kampanyalar düzenlerdi. Ses dergisinin "Alo Türkan Şoray" (ya da başka bir oyuncu), ya da "Mahallenize hangi yıldız gelsin?" gibi çalışmaları olurdu. Kartpostallar bu yıldızları sunardı bizlere. Evlerin duvarlarını sinema artistlerinin posterleri, takvimleri süslerdi. Bu dönem oyuncuların yıldızlaştığı bir dönemdi. Bizler de elbette 'yıldızların altında'ydık. Niçin şu isim daha çok öne çıktı da öteki çıkmadı derseniz, her birinin ayrıntılı öykülerine bakmak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder