8 Haziran 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


MEYDANLARI RAHAT BIRAKALIM...
Meydan dediğimiz olguya en eski zamanlardan beri rastlamak mümkün... Nasıl bir köyün meydanı varsa, eski kentlerin de meydanları olurdu elbette. Ama çağdaş anlamda meydan kavramının, 19. yüzyılın modernleşme akımlarıyla birlikte geldiğini görüyoruz. Bu modern meydanlar bazen ulusal bir gösterinin yapılabileceği kadar büyük olur, bazen de eski yapıların izin verdiği küçüklükte... Ama her durumda, bir şehrin kalbine yerleştirilen, geniş, ferah ve insana nefes aldıran alanlardır bunlar...

İstanbul’un da hem tarihsel meydanları vardır, hem de özellikle Cumhuriyetle birlikte inşa edilen modern meydanları. Bunların çoğu yerli yerinde duruyor çok şükür... Sultanahmet Meydanı herhalde en eskisi. Bizans’ın hipodromu, Osmanlı’nın Atmeydanı... Bir ucunda Ayasofya, diğer ucunda Sultanahmet Camii olan görkemli bir meydan burası... Zaman içinde Adliye binası gibi sevimsiz yapılar bir köşesini gölgelese de, esas olarak büyüklüğünü koruyor. Geçtiğimiz günlerde çok konuşulan, Four Seasons ek inşaatı ise, meydanın üst köşesinde bir yara çıbanı olarak rahatsızlık vermeye devam ediyor. Bu otel inşaatının yapıldığı Eski Saray kalıntıları üzerinde eskiden Darülfünun olarak yapılan (ardından Meclisi Mebusan ve sonunda Adliye Sarayı olan) koca bir bina vardı. Yanıp gitti de, meydanın Marmara’ya bakan yüzü karanlıktan kurtuldu...

Yollar meydanlara karşı

Menderes döneminde geniş karayollarının eski kente sokulmak istenmesi bir çok meydanın yok olmasını, ya da güdükleşmesini de beraberinde getirdi. O dönemden başlayarak kentleşmenin yok ettiği meydanlar arasında Eminönü, Aksaray, Şişhane, Şişli, Beşiktaş ilk aklıma gelenler... Yakın dönemlerde ise metro çalışmaları ile bir yok olan, sonra yeniden kavuşulan meydanlarımız oldu! Taksim gitti geldi... Üsküdar hâlâ kayıp... Kadıköy İskele Meydanı da...

Beyazıt Meydanı ise, Bizans döneminde Tauri Forumu olan bölgede yer alıyor. Boyutu küçülse de ellili yıllara kadar, ortada havuzu olan koca bir meydandı. Osmanlı döneminde burada Ramazan ayında geniş bir sergi kurulurdu. Ercümend Ekrem Talu bir yazısında bu sergi nedeniyle meydanın ikindi namazından akşam ezanına kadar geçit vermediğinden yakınır. Anlaşıldığı kadarıyla meydan bir ay boyunca özel bir çarşı haline gelmektedir. Burada hurmacılardan tesbihçilere, Reji İdaresinden Hereke Fabrikası tezgahlarına kadar her şey bulunurmuş. Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında ise yine yollar devreye girdi. Simkeşhane’nin yarısı yıkılarak meydan çağımıza uyduruldu. Turgut Cansever’in Beyazıt Meydanı’nı “modernleştirilme” sürecinden kurtarmak için yaptığı mücadele ilginçtir. Ne kadar kurtarabildiği ise tartışmalı. Kentleşme ve yenileşme engel tanımadan görevini icra etmektedir!


Kitabı yazılan meydan: Taksim

Cumhuriyetin ilk ve en önemli meydanı ise Taksim Meydanı’dır. Atatürk Heykeli’nin buraya dikilmesinden itibaren meydan olarak anılmaya başlamıştır. Ama bugünkü genişliğine ulaşması için (günümüzde metro girişinin yer aldığı bölgede bulunan) başta Kristal Saray olmak üzere bir çok gecekonu tipi binanın yıkılmasını beklememiz gerekecektir. Bu da kırklı yılların başında gerçekleşir. Taksim Meydanı, çevresindeki binalar, yaşadıkları ve bir simge alan olarak, kendine özgü ilginç bir öykünün sahibi olagelmiştir. Bu meydanımızın kitabını da rahmetli Çelik Gülersoy yazmıştı.

Benim bu yazıyı yazma nedenim ise, son yıllarda giderek artan bir meydan ihlali... İki örnek geliyor hemen aklıma. Biri Taksim’de kurulan çadır fuarlar. Bilindiği gibi bunlar, metronun yapımı bitince kavuştuğumuz ve bir “oh” çektiğimiz açık alanda yapılıyor. Diğeri ise bu yıl Beyoğlu Belediyesi’nin uygulamaya koyduğu bir olay: Galata Kulesi’nin çevresindeki meydana kurulan fuar/festival dükkancıkları. Sahaflar, Moda ve Tasarım Fuarları açıldı burada sırasıyla...

Her iki uygulama da meydan fikri ile çelişiyor ve İstanbul’a yakışmıyor. Artık Beyazıt Meydanı’na sergi kurulduğu dönemde değiliz ki... Meydanların şehrin hava alan boşlukları olarak kabul edilmesi gerekiyor. Onların boş, ferah ve nefes alır biçimde kalması hepimizin yararına. Kentin kalabalığından ve sıkışıklığından bir nebze kurtulabilmemiz için gerekli buralar. Hele Galata Kulesi’nin etrafındaki sergi yapıları, buranın tüm karakterine aykırı. Kulemiz etrafını boş bırakırsak güzel ve görkemli. Onu boğarcasına kucaklayan yapılar yığını, turizm açısından da sakıncalı. Bence yapılması gereken, yeni (geçici de olsa) yapılar değil. Tam tersine hemen yanındaki o minel garaip süper marketi de yıkmalı!

Ayrıca her iki olayda da karşımıza çıkan panayır anlayışı da hiç çağdaş gelmiyor bana... Koca fuarların yanında ne anlamı var bu küçük çarşıcıkların? Ama illa da yapacaksınız, meydan olmayan boş alanlar bularak yapmalı. Örneğin Kadıköy Vapur İskelesi’nin üst katındaki kitap panayırı gibi...

Son sözümü söyleyip ayrılayım. Meydanlar içimizin “rahat” edeceği alanlar olmalı. Bu nedenle ne olur, meydanları rahat bırakalım...