13 Nisan 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI



MARKARYAN İSTANBUL’DA!
Bu aralar tezgahlarda yeni bir CD hemen dikkatleri çekiyor. “Marc Aryan İstanbul’da” adını taşıyan bu albüm, altmışlı yıllarda ülkemizde pek meşhur olan Ermeni asıllı bir Fransız müzisyene ait. Orijinal şarkılarının yanısıra, Fecri Ebcioğlu imzalı dokuz Türkçe şarkıyı da albümde bulmak mümkün. Peki kimdir, neyin nesidir bu Marc Aryan?

Altmışlı yılların başları. Türkçe şarkıları Türkçesi iyice bozuk yabancılardan dinlediğimiz ilk yıllar. Galiba Adamo’nun “Her Yerde Kar Var” bu işin miladı. Altmışların ortalarına doğru ilerleyelim. Karşıyaka Çarşısı’nda yürüyorum, tıfıllık dönemim. Bir iki plak mağazası var. Mağaza dediğime bakmayın, minicik yerler bunlar. Sadece 45’lik çalıp satıyorlar. Romantik buğulu bir erkek sesi, Türkçesi de hiç fena değil. Moda Yolunda diye bir şarkı söylüyor. Soruyorum, plakçı adının Marc Aryan olduğunu söylüyor. Majestik diye bir kahvemiz var, briç, bilardo filan oynuyoruz. Burada bir de plak dolabı (juke-box) bulunmakta. Marc Aryan’ın “Nasıl Evlenirsin Bu Lisanla,” adlı başka bir şarkısını da bu sayede keşfediyorum. O zamanlar bir şarkıcı hakkında bilgi edinmek istediğimizde tek bir kaynağımız var: Ses dergisi. Dergide Marc Aryan “son günlerde plâk listelerini allak bullak eden bir isim” olarak tanıtılıyor. Haberde belirtildiğine göre, son günlerde Türkiye’de hafif müzik sevenlerin birbirlerine sordukları tek soru, “Marc Aryan’ı tanıyor musunuz” imiş! Aynen benim yaptığım gibi! “Katy”, “Giorgina”, Qu’un peu d’amour” adlı şarkılar dillerden düşmüyormuş... Benim dilimde de onlar, Fransızcam hiç olmasa da!

General olamayınca şarkıcı olmuş

Minicik, hiç de çekici olmayan bir vesikalık resminin altındaki bilgileri okuyalım: “Marc Aryan 14 Kasım 1935’de Valence’de doğdu. (Daha sonra aslında soyadının Markaryan ve eski kayıtlarda 1935 olarak görülen bu doğum tarihinin de 1926 olduğunu öğrenecektik).
 Çocukluk yıllarında ideali bir gün general olmaktı Ama çabuk geçen bu heves ile tahsil çağına geldi.” Uzun uzun okul yıllarını anlatmaya gerek yok ama, tahsili sırasında tam beş dili öğrenmiş, nasıl olmuşsa... “Yirmi dört yaşında Paris’e göçtü. Ve burada ilk plak doldurma tecrübesi başarısızlıkla neticelenince Aryan ortadan kayboldu. Fakat bir süre sonra Belçika’da bir plâğı satışa çıktı. Plâktaki şarkı ‘Ballade’ adını taşıyordu. Şarkı tahminlerin hilâfında ilgi toplayınca cesareti arttı.” Bunu diğer şarkılar takip etti” Bu arada Brüksel’e yerleşmiş ve kendi plak firmasını da kurmuş: adı Markal. Yazı Marc Aryan’ın ekim ya da kasım aylarında konserler vermek üzere İstanbul’a geleceğini yazarak bitiyor.
Ben İzmir’de olduğum için Markaryan kardeşimizin (aslında abimizi demem lazım) İstanbul’a gelişini gazete ve dergilerden takip ediyorum. Ziyaret bir iki ay gecikerek 1966 başında gerçekleşiyor. Artık Ses’deki haberin manşetinde “Marc Aryan İstanbul’da,” diye yazmaktadır. Hayat hikayesi yeni bilgilerle geliştirilmiş olarak yer alıyor. Örneğin “plaklarındaki şarkılarının sözlerini, müziğini, orkestra aranjmanlarını, artistik yönetimini kendi”sinin yaptığını öğreniyoruz. “Çalışmalarını stüdyo haline getirdiği yatak odasında yapan (Artin) Marc Aryan, şarkılarının sözleri üzerine ‘Malatya’ armasını koymaktadır. Pastırma ve sucuğu da (haliylen) pek sevmektedir.” Daha sonraki dergilerde anne ve babasının vakti zamanında Lübnan’dan çıkıp Malatya’ya geldiklerini, Marc’ın da 7 çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak doğduğunu öğreneceğiz.

Türk dostu bir Ermeni

Marc Aryan’ın, İstanbula bu ilk gelişinde yanında babası Kevork ve annesi Vartanuş da var. 6 Ocak günü verdiği ilk konseri “Nasıl evlenirsin bu lisanla?” adlı şarkıyla bitirmiş. Konserin sonunda ortalık alkıştan yıkılıyormuş. Bu ilgi altı gün boyunca konser salonunda ve çalıştığı lokalde de aynı şekilde devam etmiş. İstanbul’dan konser vermek için Ankara’ya geçen Marc Aryan, hiç de fena olmayan Türkçesiyle, “Türkiye’de gördüğüm ilgiyi hiç bir zaman unutmayacağım,” demiş ve şöyle devam etmiş: “Türkiye, anne ve babamın bana yıllardır anlattığı bir ülke. İstanbul’u manzaraları, yemekleri, insanları ile sevdim. Yalnız havası çok tehlikeli. Her an nezle olunabilir.”
Marc Aryan’ın Türkiye’ye ikinci kez gelmesi için üç yıl beklemememiz gerekecekti. “Dario Moreno’nun ölümünden sonra Türkiye’yi dışarda temsil görevi bana düştü,” diyen sanatçı, bu gelişinde İstanbul’da üç gün kalır. Türkçe sözlü şarkılar üzerine çalışır, televizyon programına çıkar ve bir baloya şeref konuğu olarak katılır. Ses dergisinde yer alan haberden “feci bir yangın geçirdikten sonra” artık başında bir perukla dolaştığını da öğreniriz.
Marc Aryan’ın Türkiye’yle ilişkisi bundan sonraki yıllarda pek dev am etmiyor. Bu yazımızın sebebi olan Marc Aryan CD’sini basan Artist şirketinin bülteninden öğrendiğimize göre, uluslararası düzeyde oldukça başarılı yıllar geçirmiş. 200’e yakın bestenin sahibi olan Marc Aryan, 30 Kasım 1985’te aniden hayata gözlerini yummuş.

Ben, bu türden hafızamıza cila yapan çalışmaları çok seviyorum. Ama sanırım telif problemleri, böyle projelerin önünde çok engel yaratıyor. Yoksa kim arzu etmez ki Adamo’nun, Patricia Carli’nin, Luigi’nin ve hele hele Dario Moreno’nun (tamam o yabancı sayılmaz ama olsun) Türkçe şarkılarını yeniden dinlemeyi... Lisanları bozuk olsa da, artık kimse onları tanımasa da... Ne gam...