30 Aralık 2013 Pazartesi




SEYYAH BAVULUNDA TREN BİLETİ OLSAM
Radikal 28/12/2013
ELİF TÜRKÖLMEZ 
Araştırmacı yazar, tarih meraklısı, koleksiyoncu filan demek az kalır, yetmez, hatta belki yanlış da olur. Ama “Kıyıda köşede kalmış objeleri kuytulardan çıkartıp bizlere gösteren, o objelerin hikâyesini anlatan adam” dersek belki Gökhan Akçura’yı biraz tanımlamış oluruz. İşte o adam şimdilerde nefis parçalardan oluşan yeni bir sergi hazırladı. Sergi, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın 50. kuruluş yıldönümü vesilesiyle ‘Seyyahinden Turizme’ adıyla açılıyor. Türkiye ’de gezmenin tarihini ve kültürünü anlatan onlarca afiş, bavul etiketi, tren bileti, gemi broşürü 30 Aralık-24 Ocak tarihleri arasında Atlas Pasajı Sergi Salonu’nda görülebilir. Yolunuz düşerse sergiyi muhakkak görün. Çünkü bir seyyahın tahta bavulundan çıkmış eski bir tren bileti görülmeye değer bir şeydir.

Serginin adı ‘Seyyahinden Turizme’. Neden bu adı seçtiniz?

Turizm ve turist sözcükleri Türkiye’de ancak 1930’lu yıllardan sonra kullanılmaya başlandı. Oysa sergi 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. O dönemde turistlere ‘seyyah’ denirdi. Seyyah da seyahat ederdi elbette. Seyyahin sözcüğü ise daha teknik bir sözcük. Günlük yaşamda pek karşımıza çıkmıyor. Ama örneğin Turing kurumunun ilk adı ‘Türk Seyyahin Cemiyeti’. Serginin kapsadığı geniş dönemi simgelemesi için ‘Seyyahinden Turizme’ başlığını seçtim.

O zaman ‘seyyahin’ yıllarından başlayalım. Türkiye’de turizmin başlangıcı hangi yıllara dayanıyor?

Aslında Türkiye’de kitlesel anlamda turizm 1980’li yıllardan sonra başlıyor. Ama her sektör gibi, turizmin de bir ön tarihi var. Biz bu sergide, gidebildiğimiz kadar gerilere gittik. Turizmin dünya çapındaki doğuşu da bizim topraklarımızda ortaya çıkışı da 19. yüzyılın başlarına dayanıyor. O zamana kadar sadece maceraperestlerin ve tüccarların dünyayı dolaştıklarını görüyoruz. Seyahat etmenin bir sektör haline gelmesi ise buharlı gemilerin sefere konmasıyla başlıyor. Ardından gelen demiryolları ise gezmeyi iyice kolaylaştırıyor. Osmanlı İmparatorluğu’na gelirsek, bu sergide biz milat olarak 1863 yılını alıyoruz. 1863 yılında İstanbul ’da Sergi-i Umumi-i Osmani adlı büyük bir sergi açılıyor. Avrupa şehirlerinde aralarında gazeteci, işadamı ve fabrikatörlerin bulunduğu gruplar sergiyi gezmek üzere İstanbul’a geliyor. Bunlar aynı zamanda imparatorluğa toplu halde gelen ilk turist kafileleri. Bir bölümü İstanbul’da beş gün kaldıktan sonra İzmir’e geçerek oradan da memleketlerine dönüyor. İlginç bir rastlantı ile Türkiye’den Avrupa’ya yapılan ilk organize tur da aynı yıl, 1863’te gerçekleşiyor. Angleterre Oteli’nin işletmecisi Mösyö Mısiri 42 günlük bir Avrupa gezisi örgütlüyor. Tabii bu girişimlerin arkasının geldiğini, seyyahların akın akın İstanbul’a geldiğini iddia etmiyoruz…

Sergiyi gezeceklere biraz önbilgi verelim, Türkiye’nin turizm tarihi nasıl seyretmiş? Derli toplu, ilerleyen, evrilen, toplumsal, sosyal ve ekonomik değişimlerle dönüşen bir turizm sektöründen söz edebilir miyiz?

Türkiye turizmini Cumhuriyet öncesi ve sonrası olarak ikiye ayıralım önce. Osmanlı döneminde bu sektör zayıf ve örgütsüz. Sadece gemi acenteleriyle gelen seyyahlar var. Bir ölçüde de Orient Ekspres’in getirdikleri. Az sayıda otel ve Kapalıçarşı. Hepsi bu. Cumhuriyet sonrası ise Turing’in ve onun hemen ardından kurulan ilk seyahat acentelerinin çabaları var. Ama İkinci Dünya Savaşı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki çalışmaları da yerle bir ediyor. Savaş sonrası ilk kez devletin bu konuya el attığını görüyoruz. 1949’da ‘Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’ kuruluyor. Teorik çalışmalar yapılıyor. Ama ülkede daha ne doğru dürüst oteller, ne de yollar var. Turizmin yararları hep dile getiriliyor ama niyetler sadece lafta kalıyor. 1960’lı yıllar ise özel bir bakanlığın kurulduğu, beş yıllık kalkınma planlarına turizmin girdiği bir dönem. Tanıtım çalışmaları artıyor, bu alanda yatırım yapacaklar teşvik ediliyor. Devletin kurumları oteller inşa etmeye başlıyor. Emekli Sandığı ve Turizm Bankası bu işe ön ayak oluyor. Ama gerçek atılım için seksenli yılları beklememiz gerekiyor. Liberal ekonomiye geçişimizden sonra, hızla aratan bir ivme ile turizm sektörümüzün geliştiğini görüyoruz.

Bir sergi öncelikle görsel malzemelerle ortaya çıkarılıyor elbette. Turizm tarihimiz bu açıdan nasıl bir malzeme sundu size? Ve bu malzemeleri nasıl topladınız?

Turizmin en önemli öğelerinden birinin tanıtım olduğunu düşünürsek işimizin çok da zor olmadığı ortaya çıkar. Yani afişler, broşürler, bavul etiketleri vb. gibi bir görsel malzeme mirası söz konusu. Malzeme bol, ama bulmak kolay değil. Çünkü her alanda olduğu gibi Türkiye’de turizm konusunda da bir arşiv, müze yok... Bir sergiyi oluşturacak görsel malzemeyi sıfırdan bir araya getirmek zorundasınız. Sergi esas olarak benim koleksiyonuma dayanıyor. 1980’li yıllarda rahmetli Çelik Gülersoy’un teşvikiyle turizm tarihi konusunda çalışmalara başlamıştım. O günden bu yana da topluyorum. Eskiciler, sahaflar, müzayedeler esas kaynaklarım. Fotoğraflar, sirkülerler, broşürler, tanıtım malzemeleri, afişler vb. Tek tek, sabırla toplamak gerekiyor... Ama sergiyi hazırlamaya başladığımızda, elbette diğer koleksiyonlar da elden geçirildi. Özellikle Milli Kütüphane’de bulunan afişler, özel koleksiyoncuların elindeki malzemeler de zaman zaman panolara konuk oldu.

Sizce bu sergiyi başka bir ülkede yapmaya kalksaydınız işiniz daha kolay olur muydu?

Elbette, Amerika ve Avrupa’da yalnız bu alanda değil, birçok başka alanda da çok elverişli çalışma koşulları var. Kütüphane ve arşivler zengin. Çoğu malzemelerini internet alanına da taşımış. Hiçbir birikiminiz olmayan bir alanda bile bu sayede çalışmanız mümkün. Bizde ise anlattığım gibi böyle bir birikim ve anlayış yok. Kolay kolay da olmayacak galiba...
Serginin açılış vesilesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kuruluşunun 50. yıldönümü olması. Bu vesile, serginin içeriğini de etkiledi mi?
Daha önce de buna yakın bir içeriği kapsayan bir sergi hazırlamıştım. Bu kez, bakanlığın da işin içinde olması olumlu bir etki yarattı. Devletin turizmle ilişkilerini ayrıntılı olarak inceleme fırsatını buldum. Son elli yılı kapsayan bir dönem bu. Altmışları ilk girişimler; yetmişli yılları ise fiziksel planlamanın başladığı yıllar olarak görmek gerek. ‘Turizm öncelikli alanlar’ kavramı bu dönemde karşımıza çıkıyor. Güney Antalya Turizm Geliştirme Projesi ilk büyük turizm hamlesi. 1980’lerden itibaren, özellikle de ‘Turizmi Teşvik Kanunu’nun çıkışıyla yeni yatırım ve işletmeler yaşama geçebiliyor. Sonrası ise bildiğimiz öykü. Hızla gelişen bir sektör ve bugün vardığımız ileri düzey. Dünyanın sayılı turizm ülkelerinden biriyiz. Sergi bu son elli yılı özel olarak mercek altına alıyor.

Serginin en dikkat çekici parçaları neler?

Doğal olarak eski görsel malzemeler... Bulması daha zor ve “O dönemde bile ne güzel şeyler yapılıyormuş” duygusunu verebildiği için. Orient Ekspres ve ilk büyük oteller; Wagons Lits-Cook’un Türkiye’ye yönelik çalışmaları, Turing’in en eski afişleri, ilk seyahat acenteleri arasında büyük farkla öne çıkan NATTA’nın (National Turkish Travel Agency) tanıtım malzemeleri, Denizyolları’nın broşürleri...

24 Mayıs 2013 Cuma

İZMİR KENT ANSİKLOPEDİSİ



Hala bir tarafım İzmirli olduğundan dolayı mı nedir, ne zaman İzmir tarihiyle ilgili bir yayın çıksa merak ederim. Tarih açısından biraz ihmal edilmiş bir kent olduğunu düşünürüm İzmir’in. Gerçi Ahmet Piriştina’nın başkanlığı döneminde başlayan yayınlar bu boşluğu bir ölçüde doldurdu. Ama kent tarihçiliğimize göz attığımızda İstanbul ve Ankara’nın açık farkla önde olduğu hemen farkedilir. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi herhalde bu alanda yapılmış ilk önemli çalışmadır. Bursa Ansiklopedisi ve Kayseri Ansiklopedisi ise kent tarihçiliği açısından son yıllarda karşımıza çıkan yeni yayınlar oldular.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çok kapsamlı bir yayınla aradaki farkı azaltmaya çalıştığını görüyoruz. Planlanan 11 ciltlik bir İzmir Ansiklopedisi! Şimdilik iki cildi kentin “idari ve mahalli yer adları”na, iki cildi de “tarih”ine ayrılmış dört ciltlik bir öndeyiş kitapçılarda… Arkeoloji, biyografi, mimari, kültür ve sanat, spor, tarım, ekonomi, coğrafya-turizm konularına ayrılmış olan diğer ciltler ise peyderpey bunları izleyecekmiş… Yaşar Ürük ve İlhan Pınar’ın hazırladığı “Yer Adları” ciltlerinde önce idari yapılanmanın tarihi ele alınıyor, ardından kentin yapıları, coğrafyası ve kültürü genel bir bakışla aktarılıyor. Sonra sıra kentin ilçelerine geliyor. Sokaklara kadar uzanan bir ayrıntıda ansiklopedik bilgiler ayrı bir cildin konusu olarak karşımıza çıkıyor.

Beni daha fazla heyecanlandıran İzmir tarihine ayrılmış diğer iki cilt oldu. Büyük boy, her biri 400’e yakın sayfadan oluşan bu ciltlerde geniş makaleler biçiminde kaleme alınmış incelemeler buluyoruz. Konuların nereden nereye uzandığını gösterebilmek için birkaç makalenin adını ve yazarlarını aktarmak istiyorum:
“Çaka Bey ve ilk Deniz Feneri” (Kemal Arı), “Şeyh Bedrettin ve İzmir” (A. Munis Armağan), “17. Ve 18. Yüzyıl Seyyahlarına Göre İzmir” (İlhan Pınar), “İzmir’de Levantenler” (Umur Sönmezdağ,) “İzmir Milli Kütüphanesi ve Türk Ocağı” (Günver Güneş), “1922 İzmir Yangını” (Oktay Gökdemir), “İzmir İktisat Kongresi” (Alev Gözcü), “İzmir Fuarı” (Umur Sönmezdağ), “İzmir Suikasti ve Yargılamalar” (Kemal Arı), “Savaş, Varlık Vergisi ve İzmir” (Taner Bulut), “2. Dünya Savaşında İzmir’de Gündelik Yaşam” (Müslime Güneş).

Görüldüğü gibi ansiklopedi birbirinden ilginç konulara kucak açıyor. İzmir Ansiklopedisi’ni ilk karıştırdığımda beni şaşırtan bazı ayrıntıları aktarmak istiyorum. Örneğin 19. yüzyılda İzmir ve çevresinde paylaşılamayan bir bitki varmış: Meyankökü. Başta Fransa ve İngiltere olmak üzere yoğun bir talep pazarı geliştirmiş. Meyankökü içki ve şekerleme imalatıyla tütünün işlenmesinde kullanılıyormuş. 1850’den itibaren bu ürünün toplanması ve işlenmesi için İzmir çevresinde adeta meydan savaşları yapılmış…

Bir diğer dikkat çekici makale ise İzmir Milli Kütüphanesi ve Sineması ile ilgili. Şimdilerde de ayakta olan bu binaları biliyordum elbette, ama sinemanın daha önce yapılıp, İpekçi Kardeşler’e altı yıllığına kiralandığını ve onlardan alınan 45 bin lira kiranın kütüphanenin yapımında kullanıldığını doğrusu bilmiyordum. İzmir’de elektriklenmenin tarihi de ilginç bir konu. Kent elektrikle ilk kez 1890’lı yıllarda sinemalar aracılığıyla tanışmış. Yavaş yavaş bazı ticarethanelerde elektrikle tanışsa da, kentin sokaklarının elektrik lambalarına kavuşması için Cumhuriyet’in kurulmasına kadar beklemek zorunda kalınmış… Tramvaylar ise bir türlü elektriğe geçememiş. 1947 yılında, atlı tramvaylara en son veda eden semt ise Karşıyaka olmuş…

İzmir Fuarı’nın öncesinde 9 Eylül Panayırlarının yeraldığını da bilmek zor değildi. Ama ansiklopedide anlatıldığı üzere 1927 yılında bir  “Numune Sergisi açma girişiminden haberim bile yoktu. Kurulan “Yerli Mallarını Koruma Cemiyeti” tüccarlardan yerli kumaşlar kullanılarak yaratılacak bir “İzmir Modası” için çalışmalarını istemiş. Talimatnamede erkekler için “Kadıköy mamulü, beyaz üstüne siyah çizgili kumaştan avcı biçimi, medeni yakalı, kendinden kuşaklı ceket, yerli ipekten krem renginde takma yakalı gömlek, kravat, mendil ve herkesin zevkine gore dikilecek pantalon”lardan oluşan bir moda oluşturmaları istenmiş. Hayata ne kadar geçmiş bilemem…

İzmir’de karşımıza çıkan bir diğer ilginç teşebbüs de “Kemalist Köy”lerin kurulması olmuş. Kıyas, Çobaisa ve Örnekköy köylerinde uygulamaya konulan bu köy projeleri hakkında 1934 yılında Vali Kazım Dirik gözlemlerini şöyle aktarmış: “Öyle köylere rastladım ki mektebi, parkı, spor meydanı, sineması, radyosu, genel tuvaleti, fenni mezbahası, atış ve avcı kulübü, tayyare cemiyeti, kredi kooperatifi, tavuk, horoz istasyonu, Gazi heykeli, 500 lira harcanarak yapılmış köy duş yerleri, demirden çöp kutuları gibi medeni ve sosyal ihtiyaçlara cevap veren varlıkları biraraya toplamışlar.” Öyle merak ettim ki, bir daha İzmir’e gittiğimde söz konusu köylere uğrayıp o günlerden bugüne ne kalmış diye bakmadan edemeyeceğim! Ya da o zamanlar Kazım Dirik’in imgelemenin pek güçlü olduğunu düşüneceğim…

Varlık vergisi yılları da ansiklopedide bir madde olarak yer alıyor. Genel olarak İstanbul’da varlık vergisi döneminde azınlıkların ve yabancıların neler çektiğini biliriz. Ama İzmir’de durum biraz farklı gelişmiş. İlan edilen listeye gore İzmir’de varlık vergisi alınacak mükellef sayısı 4600, vergi tahakkuk miktarı ise 27 milyon lira imiş. Ödenen vergiler sıralamasında en üstte beş Türk adı yer almakta: Şamil Şükrü varisleri ve kardeşleri, İlhan ve T. Necipoğlu, M. Nafiz Delen, Nuri Sevil ve Sağıroğlu Müessesesi. 600.000 ila 700.000 lira arası vergi ödemişler… İzmir’in farkı nereden kaynaklanıyor acaba?

İzmir Ansiklopedisi karıştırdıkça daha bir çok dikkat çekici konuyla karşılaşacağınız bir bilgi deposu. Diğer ciltlerinin de yayınlanmasını merakla bekleyeceğim. Ama iç kapağında baskı sayısının sadece 200 olduğunu görünce şaşırıp kaldım. Allah aşkına okur yazar sayımız bu denli mi azaldı yoksa? Vay halimize…

16 Mayıs 2013 Perşembe


TADIMLIK: BOĞAZİÇİ'NİN İLK OTELLERİ

















Atlas Tarih'in Nisan 2013 tarihli sayısında yer alan yazımdan, Tarabya'daki Summer Palace'la ilgili bölüm:
"(...)
Tarabya SummerPalace Oteli ise Orient Express seferlerinin başlamasından sonra inşa edildi. OrientExpress’in bağlı olduğu Wagons-Lits’in kurduğu “Büyük Oteller Şirketi”nin(Compagnie Internationale des Grand Hotels) İstanbul’da yaptırdığı ilk otelSummer Palace’dır (1893) Bunu Pera Palace izler (1895). O dönemde basılmış birSummer Palace ilan kartının arkasında otel şöyle tanıtılıyor: “Kışkarargâhlarını Nice’te Riviera Palace’a,Kahire’de Ghezireh Palace’a,Lizbon’daAvenida Palace’a kurmaşansını yakalamış ve böylece soğuğun işkencelerinden kendilerini kurtarmışimtiyazlılar, birbirlerine yaz için TherapiaSummer Palace’ın serin gölgeliklerinde buluşma randevusu verebilirler.Böylece yaz ortasının kızgın sıcaklarında da bunalmamış olurlar.Otel,Karadeniz’den İstanbul’a ve Haliç’e doğru hızlı akıntıların belirlediği hafifesintinin gece-gündüz harika bir serinlik yarattığı Boğaz’ın gerçekten obüyüleyici yakasında hemen deniz kıyısında kurulmuştur. Şimdiyekadar, itiraf etmek gerekir ki, İstanbul, bugün Avrupa’nın büyük başkentlerindegörülenler kadar konfora alışkın yabancıları karşılayıp konuk edebilecek otelesahip değildi. Büyük Oteller Uluslararası Şirketi (Compagnie Internationale desGrands Hôtels), sıra dışı iki kurumun açılışını yaparak bu eksikliği giderdi:Biri, yaz sezonu için Therapia SummerPalace, diğeri kış sezonu için İstanbul’un göbeğinde Pera Palace. Bu iki otelde de, Türkiye’de eşi görülmedikölçüde, en ileri konfor ve hijyen mükemmelliyetini buluyorsunuz.”
Alman Sefaretiyazlığına komşu olan ve eskiden Mavroyenis ailesinin konağının bulunduğu yereinşa edilen Summer Palace büyük şölen salonları, İstanbul’un ilk plajlarındanolan plajı ve tenis kortlarıyla döneminin efsane otellerinden biri olmuştu. 1905 yılında Baedeker rehberinde Summer Palace’ın CompagnieInternationale des Grand Hotels  yönetiminde ve müdürünün de Höfer olduğuyazmakta. Otelin 110 odalı, elektrikli ve Mayıs-Ekim ayları arasında açıkolduğunu da aynı kaynaktan öğreniyoruz. Summer Palace’ın bu ihtişamlı günleriBirinci Dünya Savaşı yıllarında sona erer. Savaş Wagons Lits başta olmak üzere demiryolufirmalarını zor duruma sokmuştur. Şirket mali sorunlarının dayatması sonucu önceTarabya’daki Summer Palace’ı, ardından da Pera Palace’ı elden çıkarır. SummerPalace’ı, Beyoğlu Tokatlıyan ve Tarabya Tokatlıyan’ın işletmecisi olan MıgırdıçTokatlıyan satın alır.
Summer Palace da1918-1920 arasında bir yangın geçirir, ama hemen onarılarak hizmete girer.Cumhuriyet döneminde yabancı adların yerli isimlerle değiştirilmesi modasınauyarak Sümer Palas adını alır.  1930yılında dergilerde Mıgırdıç Tokatlıyan’ın Tarabya’da sahip olduğu bu iki otelbirlikte tanıtılır: “M. Tokatlıyan Oteli. Yukarı Boğaziçi/ Mayıs’tanTeşrinievvele [Ekim] kadar açıktır./ Beyoğlu’ndaki M. Tokatlıyan otelindekiaynı tertibatı havidir./ Sümer Palas. Geniş park ve çiçek bağçeleri, tenismahalleri, her nevi spor için teshilât, tenis, balık, saydi, kayıktenezzühleri, dans, yüzme.” Sümer Palas 1950’de yıktırılır ve yerine Sümer Sitesi adıyla kooperatif evleriyapılır." 
TADIMLIK: DENİZ KIZI EFTALYA
(Atlas Tarih'in Şubat 2013 tarihli sayısında yayınlanan yazımdan)




















(...) Şirket-i Hayriye 1930’lı yıllarda Boğaziçi’ni canlandırmak için bir dizi girişimde bulundu. Yeni plajlar açtı, gazinolar kurdu, indirimli seferler yaptı. Canlı müzik yapılan Saz ve Caz Vapurları diye özel seferler tahsis etti. Yetmedi eski bir geleneği yeni biçimde canladırmak için “Boğaziçi Mehtap Alemleri” düzenledi. Bunların ilki 4 Ağustos l936 tarihinde Denizkızı Eftalya ile yapıldı. Dönemin bir dergisi şöyle anlatıyor: "Şirketi Hayriye (...) çiçeklerle süslü rengarenk ışıklarla parlayan bir sal hazırladı. Öyle bir sal ki, içinde bu göz kamaştıran süslerden maada Deniz Kızı Eftalya ile birlikte bir saz heyeti, bir zeybek takımı ve Şehir Tiyatrosu artistlerinden Hâzım da vardı. Bu salın arkasına gene eskiden olduğu gibi bir sürü sandal takılmıştı. Şirketi Hayriye üç vapurunu donatmış, iki vapurunu da belki kalabalık olur diye hazırlamıştı. Fakat halk 37.5 kuruş gibi gayet ucuz olan bu mehtap alemine o kadar rağbet gösterdi ki, tamam on dört vapur kalktı. Bu vapurlar Bebek'ten salın etrafını alarak Kanlıca'ya, Kanlıca'dan Yeniköy'e, Yeniköy'den Beykoz'a ve Beykoz'dan Büyükdere'ye geçtiler. Halk sahilde yeşil, kırmızı, sarı fenerler ve meşalelerle vapurları karşıladı ve eğlenceye iştirak etti. Denizkızı'nın sesi gönüllerde akisler yaparak korulardaki bülbüllerin sesine karıştı. Zeybekler bir çok oyun gösterdi." Herkes eğlendi ama bu gezi Deniz Kızı Eftalya için bir felaketin başlangıcı oldu. Eftalya’nın sal üzerindeki bu gösterisinde rüzgarın da tesiriyle çok yorulduğu, bir daha kendine gelemediği söylenir. Üç yılı aşkın bir süre savaştığı kalbine 15 Mart 1939 tarihinde yenik düştü.

1863: 592 MACERAPEREST - 2013: 33 MİLYON TURİST

Ayşe Ekin Gündüz. STAR EKONOMİ 12 OCAK 2013



Türkiye’de turizm 150’nci yılına giriyor. 142 kişilik kafileyle başlayan Türk turizmi, bugün dünya turizm sektöründe önemli bir paya ulaştı. Türkiye’ye 2013’te ülkeye 33 milyon turist gelmesi bekleniyor.

Tarih boyunca batılı gezginler için çekim merkezi olan Anadolu topraklarına ilgi katlanarak artıyor. Katır sırtlarında bavullarla seyahat etmeleri nedeniyle maceraperest olarak adlandırılan kişilerin 150 yıl önce İstanbul’u ziyaretiyle başlayan turizm hareketinde turist sayısı yıllık 592’den 2012’de 32 milyona ulaştı. 2013’te ise bu rakamın 33 milyonu aşması bekleniyor. Dünyayı adımlayan insanlar hep vardı. Ordu peşinde savaş için dolaşanlar, ticaret yapmak için yeni ülkeler keşfedenler ve seyahatname yazmak için uzun yollar katedenler... Ancak modern anlamda turizmin başlamasında demir ağların Avrupa’yı sarması etkili oldu.
1980 sonrası altın çağ
Thomas Cook’un Avrupa’ya başlattığı ilk gezinin Paris Sergisi’ne olması gibi, Osmanlı İmparatorluğu’na da ilk toplu gezi bir sergi ile başladı. OTI Holding’in açtığı Gökhan Akçura imzalı ‘Türkiye Turizminde 150 Yıl’ adlı serginin kataloğunda yer alan bilgilere göre 1863’te ‘Sergi-i Umum-i Osmani’nin açılışı için Avrupa’dan 142 kişilik grup İstabul’a geldi. Bunu 450 kişilik başka bir grup takip ederken, Türkiye’den Avrupa’ya yapılan ilk tur da aynı yıl gerçekleşti. 1980’lere kadar Türkiye’de turizm küçük ölçekli kalırken, son 30 yıl ise turizmin altın yılları oldu.

TURİZMİN KİLOMETRE TAŞLARI
-Seyyah: 19. yüzyılda İstanbul gazeteleri Galata Köprüsü üstünde etrafa merakla bakan seyyahların giderek arttığını yazıyordu.
-Vapur acentaları: Orient Express seferleri başlamadan önce Avrupa’dan Türkiye’ye gelenlerin ya da Türkiye’den Avrupa’ya gidenler için tek seçenek deniz yoluydu.  
-Orient Express: Batıyla doğuyu birleştiren tren olarak adlandırılan Orient Express ilk seferini 5 Haziran 1883 tarihinde yaptı.
-Pera Palas : Orient Express’in konuklarını ağırlamak için yapılan Pera Palas 1 Şubat 1895’te açıldı.
-Kartpostal: Osmanlı’da ilk kartpostal 19. yüzyılda basıldı.
-İlk hava yolculukları: 3 Ekim 1922’de yapılan uçuşla Paris, Prag, Viyana, Budapeşte, Bükreş ve İstanbul birbirine bağlanmış oldu.
-Yataklı vagon: 1924’te ilk sefer Haydarpaşa-Ankara arasındaydı.
-Natta: Türkiye’nin ilk seyahat acentası Natta 1925’te kuruldu.
-Devlet hava yolları: Türk Teyyare Cemiyeti Şubat 1925 tarihinde kuruldu. 1933’te kurulan Devlet Hava Yolları ile ilk seferler ABD’den alınan 2 yolcu uçağı ile yapıldı.
-Otobüs: Sait Faik 1948 yılında Ankara-İstanbul yolunda artık ‘enikonu rahat bir taşıt’ ile seyahat edilebildiğini yazar. Bu taşıt otobüstür.
-Hac turizmi: 1953 yılında Bakanlar Kurulu hacca gidecek yolculara yolculuklarında yardım etmek amacıyla hac turizminin başlangıcı sayılan bir kararname hazıladı.
-Hilton İstanbul: Türkiye’de modern turizmin miladı 10 Haziran 1955’te İstanbul Hilton’un açılmasıyla başlar. 
-Bakanlık: 1957 yılında Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü ‘bakanlık’ haline getirildi.
-Türkiye’yi tanıtan broşürler: 1960’ların başında yurt içi ve yurt dışında Türkiye’deki turistik bölgeleri tanıtan rengarenk broşürler basılmaya başlandı.
-1980’li yıllarda turizm: Turizmde ivmenin yükselmeye başladığı yıllardır. Liberal bir döneme girilmesiyle turizm endüstrisinin önü açıldı. 1970’lerin başında 50 bin olan yatak sayısı ise 10 yıl içinde 70 bine ulaştı.

12 Şubat 2013 Salı




Aralık 2012'de Antalya Atatürk Kültür Merkezi'nde OTI Holding için bir sergi hazırladım: Türkiye Turizminde 150 Yıl. Serginin başlığının esbabı mucibesi şöyle: 1863 yılında Beyazıt Meydanı'nda açılan Osmanlı Sergisi'ni görmek için yurtdışından organize gruplar gelmişti. Aynı tarihte İngiltere Oteli'nin sahibi Mösyö Mısıri de Türkiye'den Avrupa'ya organize bir seyahat tertip etmişti. İşte bu tarihi milat olarak alan sergi, o günden bugüne turizmimizi fotoğraf, belge ve efemeralarla anlatmayı amaçlamıştı. Sergi'nin tasarımı Tetrazon/Burçak Madran ve ekibine aitti. Kataloğun tasarımını ise Emre Senan üstlendi. Sergi Ocak ayından bu yana şehir şehir geziyor. En son nerede kamp kurduğunu ben bile bilmiyorum!