6 Ekim 2015 Salı

(HECE dergisi, Ekim 2015. "Efemera" özel bölümü için söyleşi)
EFEMERA ARTIK YAŞAMIMIZIN ZENGİNLİĞİNİ ARTIRAN EN ÖNEMLİ ÖGELERDEN BİRİ 
Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Gökhan Akçura ismini bilenler onun “yazar, araştırmacı, senarist, reklamcı, yayıncı, editör, radyo programcısı” gibi kimliklerini de bilir. Girizgâhımız, ismiyle ilk defa tanışanlar için: Akçura, 1951 doğumlu. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü mezunu… Aynı alanda öğretim görevlisi olarak çalışmış. 1980'den sonra üniversiteden ayrılıp reklamcılık, senaryo yazarlığı, yayıncılık ve editörlük yapmış. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda dramaturg olarak çalışmış. Birçok belgesel ve serginin hazırlanmasında katkıları olmuş. Serbest araştırmacı ve yazar olarak da çalışmalarını sürdürmekte. Akçura'nın sinema, tiyatro ve gündelik yaşam tarihi ile ilgili birçok kitabı var. Özellikle dokuz kitaplık Ivır Zıvır Tarihi dizisiyle biliniyor. 1998 yılında Albüm Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı zamanlardan biliyorum onu. Durum böyle olunca “efemera” deyince de aklıma ilk gelen    isimlerden biri Gökhan Akçura oldu.
S. “Ephemera”yı kısaca “ıvır zıvır” olarak tanımlayabiliriz. Peki ya biraz daha uzun anlatmak istesek…
GA. Önce sözcüğün etimolojisine bakayım. Yunanca bir sözcük ve anlamı “bir günden fazla kalıcı olmayan” anlamına geliyor. Eskiden ömrü çok kısa bitki ve böcekler için kullanılırmış. Biz bugün bu sözcüğü çok daha geniş bir anlamda kullanıyoruz. İnsanlar tarafından üretilmiş, genellikle kâğıt üzerine basılmış malzemeler için. Ama giderek bu anlam da genişledi; işin içine plaklar, promosyon malzemeleri, şişeler vb. gibi daha değişik malzemeler de girdi. Döneminde tüketim için kullanılmış, üretildiği zaman çok bir değeri olmayan, ama zaman içinde ayrı bir önem kazanan malzemeler. Kartpostallar, biletler, gravürler, telefon kartları, fotoğraflar, reklam malzemeleri, çikolata kartları gibi basılı malzemeler “basılı efemeralar” olarak adlandırılabilir. Ama dediğim gibi şişeler de, kasetler de, plaklar da aynı kavram içinde yer alabiliyorlar.
S. 1998 yılında Albüm Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yaptınız. Birçok belgesel ve serginin hazırlanmasında katkılarınız var. Özellikle dokuz kitaplık Ivır Zıvır Tarihi dizisiyle biliniyorsunuz. Yaptığınız işlerle “ephemera”nın nasıl bir ilişkisi oldu şimdiye kadar? 
GA. Benim yazdığım kitaplar ve açtığım sergilerde efemeranın büyük rolü vardır. Efemeralarla benim aramdaki ilişki 1980’li yılların ortalarında başladı. O zamanlar daha sonra “ıvır zıvır tarihi” dizisini oluşturacak ilk yazılarımı kaleme alıyordum. Anlattığım şeylerin görsellerini de okuyuculara sunmak istedim. Ama bu kolay bir şey değildi o zamanlar. Görsellik ihmal edilmiş bir kavramdı. Bu nedenle sahafları, eskicileri dolaşarak, yazdığım yazıları zenginleştirecek görseller aramaya başladım. Ardından üst üste sergi açma önerileri geldi. Önce “reklam tarihi”, hemen sonrasında da “kozmetik tarihi” konularında... Sergi denilince önce görsel, sonra metin gelir. Mecburen geniş araştırmalara giriştim. Bir süre önce “reklam tarihi” konulu bir sergi daha açılmıştı. Ama buradaki çok sınırlı malzemenin yarısı Man Ajans’ın sahibi Eli Acıman’ın elinin altında olan bir takım malzemelerden, diğer yarısı ise arkadaşım (o dönemler karikatürist) Beysun Gökçin’in “arşiv”inden alınmış eski gazete kupürlerinden geliyordu. Bildiğim kadarıyla Beysun’un böyle bir arşivi yoktu. Kendisine sorunca, evinin salonundaki vinyleksi (bir çeşit plastik yer döşemesi) kaldırınca altından eski gazetelerin çıktığını, üstünde reklamlar olduğu için bunları sergiyi hazırlayan kişiye verdiğini öğrendim. Türkiye’deki “reklam tarihi arşivi” bundan ibaretti işte! Hemen hemen elimi attığım her konuda bu yoksulluğu görünce, mecburen (!) toplamaya başladım. Topladığım görsellerin adanın efemera olduğunu bile bilmiyordum o sıralar...
S. Kişisel tarihinizde efemeraların daha eski bir dönemde hiç mi izi olmadı?
GA. Daha okuma yazma öğrenmeden Pekos Bill dergilerini toplamaya başladığımı söylersem pek iddialı olacak. İlkokul dördüncü sınıfta Çocuk ve Halk Kütüphanelerini keşfettim. Raflarda dururdu kitaplar, 1940'lı yılların zengin çocuk edebiyatını buralarda tanımıştım, Baytekin'ler, Binbir Roman'lar. Ucuz polisiye dizileri. Okuldan çıkar, kütüphaneye kapılanırdım. Evde ise Hayat dergisi, zaman zaman Yelpaze ve benzeri magazin dergileri bulunurdu. Gazete olarak da Yeni Sabah alırdık, 27 Mayıs'tan sonra ise Milliyet'e geçmiştik. Gazetelerdeki çizgi bantlardan Bedri Koraman'ın çizdiği 'Cici Can'ı, Altan Erbulak'ın 'Cafer ile Hürmüz'ünü, Al Capp'in (ben o zaman adapte edildiği için yabancı olduğunun farkında değildim) 'Hoş Memo'sunu, Pazar dergisinde çıkan 'Utanmaz Adam'ı hatırlıyorum. Çizgi romanlar benim okuma serüvenimde her zaman önemli yer tuttular. Bugün de zevkle okurum.Çocukluğumda, tamam çok okurdum, ama görsel malzemelere özel bir merakım olduğunu hatırlamıyorum. Koleksiyonunu yaptığım bir şey de yoktu (bir ara pul topladım, ama çok kısa sürdü). 16-17 yaşlarımda İzmir Karşıyaka’da eski kitapçıları çok dolaşırdım. Eski kitapçı Nevzat vardı, Amerikalıların PX mağazalarından gelen kitap, dergi ve plakları satardı. Ona bayağı dadanmıştım. Ama o kadar işte.Görsel malzemelerle ilgilenmemin ilk adımları belki de üniversite eğitimi sırasında başladı. DTCF Tiyatro bölümünde okuyordum. Dramaturgi en önemli kavramdı bu eğitimde. Bilineceği gibi dramaturgi bir yönüyle, tiyatro eserlerinin konularını ayrıntılarıyla incelemektir. Oyunlar da tahmin edilebileceği gibi, birbirinden değişik birçok konuyu çıkış noktası alabilir. Antik bir oyunda mitolojiye dalarsın, Nürenberg Duruşmaları ile ilgili bir oyunda da Nazi Almanya’sının atmosferine inersin. Araştırmacılığımı oyunlara uyguladıkça, metinlerin daha net biçimde ortaya çıktığını gördüm hep… Sahnede ise bu araştırmaların sonuçları, görsel malzemeleri de elinizde olursa daha anlamlı oluyordu.
S. Peki, yıllar içinde bu efemeraları (ya da sizin deyiminizle görsel malzemeleri) nasıl ve nerelerden topladınız?
GA. Başlarda malzeme toplamak daha kolaydı. Hepimiz toplamaya önce Beyazıt’taki sahaflardan başladık. Orası eski gücünü kaybedince giderek İstanbul’un çeşitli bölgelerine yayılan sahafları aramaya ve bulmaya başladım. Bunun yanında bitpazarları ve hafta sonları açılan eski kitaplar ve malzemeler satan sergiler vardı. Ayrıca bu sahaflardaki ve eskicilerdeki malzemeyi daha bilinçli bir şekilde toplayıp, derleyen kişiler var, bunları bilmek öğrenmek gerektiğini fark ettim. Son yıllarda iyice yaygınlaşan müzayedeler de, pahalı da olsa size konunuzla ilgili pek çok malzeme sağlayabilir. Ben koleksiyoncuların aksine, çok fazla konuyla ilgilendiğim için bu müzayedelerde ilgimi çeken her şeyi alamıyorum. Bir de “eski insanlarla temasınızın” çok fazla olması gerekiyor. Örneğin röportaj yaptığınız bir insanın size açtığı arşivde, yazacağınız başka konuların fotoğraflarını, broşürlerini veya eski anılarını da bulabiliyorsunuz. 
S. Ephemeristler, kendilerini ‘kâğıt arkeologları’ olarak tanımlıyorlar/mış. Sadece kâğıt olmasa gerek ilgi alanları… Neleri biriktiriyorlar ya da alıp satıyorlar?
GA. Antika objelerle efemeraları ayırmak gerekiyor bu noktada. Hani müzayede evlerinde satışa çıkan tablolar, mücevherler, porselenler vb. “değerli” eşyalar var ya, onların dışında kalan her şeye efemera deniyor bugün. Kavramın bu kadar geniş tutulması ne kadar doğru bilmiyorum açıkçası. Ama bu genişlikte baktığımızda ne tür “efemera”ların koleksiyonu yapılıyor derseniz; yukarda saydıklarım dışında daha az bilinen koleksiyon konuları sıralayayım size: Jilet kutu ve kapakları, ağızlıklar, ilaç kutuları, bebekler, bira ve içki şişeleri, anahtarlıklar, notalar, çizgi romanlar, düğmeler, ambalaj kağıtları, çay kutuları, faturalar, ex librisler, defterler, ajandalar, fes etiketleri, kalemler, kitap ayraçları, haritalar, hisse senetleri, karagöz tasvirleri, kumbaralar, oyuncaklar, mühürler, kartpostallar, imzalı kitaplar, makaslar, yüksükler, menüler, pipolar, sigara kutuları, antetli kağıtlar, piyango biletleri, takvimler, teneke kutular, okul malzemeleri, illüstrasyonlar, afişler... Bu liste uzar gider. Pullar, damgalar, antiyeler, ilk gün zarfları gibi malzemeler ise “filateli” kapsamına girse de, aslında onları da “efemera” kapsamı içinde düşünmek gerekir.
S. “Ephemeristlik” toplumumuzda nasıl algılanıyor? Sıradan bir ‘biriktirici’ ile ‘ephemerist’ arasındaki farklar neler? Yeterince biliniyor mu?
GA. “Ephemeristlik” kavramı diye bir kavram var mı? Bence “koleksiyoncu”lar vardır. Belki “efemera uzmanı” diyebileceğimiz kişilere “ephemerist” diyebiliriz. Bu nedenle bu kavramı tartışmayı bırakıyorum. Tartışılacak kavramlar “koleksiyoncu” ile “biriktirici” (bu da doğru bir tanımlama mı bilemiyorum) olabilir. Örneğin ben bir koleksiyoncu değilim. Belki plak koleksiyonum, bir ölçüde “koleksiyon” sayılabilir. Ben, yazacağım yazılara, konulara; açacağım sergilere görsel malzeme toplayan biriyim. Koleksiyoncunun ise prensipleri vardır, belli konularla ısrarla ilgilenir, topladığı alandaki malzemenin eksiksiz kendisinde olmasını ister. Örneğin koleksiyoncu dediğin, İstanbul vapur iskelelerinin bütün kartpostallarını eksiksiz olarak toplamayı amaçlar. Ama ben bu konuda yazmak istersem, bana ışık tutacak, ya da araştırmamı görsel olarak destekleyecek her şey makbulümdür. Vapur iskelelerinin fotoğrafları, Denizyollarının tarife kitapçıkları, anılarda bu tür iskelelerle ilgili bilgiler. Hatta karikatürler... Çoğu zaman da kitap ve sergiden sonra bu malzemelerin eski önemi kalmaz benim açımdan. Ben efemera koleksiyoncusu sayılmam bu nedenle. Ama koleksiyoncu için, topladığı şey “kendi başına” bir önem taşır. Koleksiyoncu topladığı “şey”in sonuna kadar gitmek ister. “Toplayıcı, biriktirici doğru açıklamalar mı bilemem. Araştırmacılık içinde bunları toplamak da var bana göre
S. .“Ephemera”nın toplumsal hayatımıza ve gündelik yaşantımıza dair söyledikleri olmasaydı, şimdilerde neler eksik kalırdı?
GA. Eskiden efemeradan yararlanan sınırlı sayıda araştırmacı vardı. Bir de topladığı malzemeleri kimseyle paylaşmayan “koleksiyoncu”lar... Yaklaşık otuz yıl içinde bu kavramlar yumuşadı. Şimdi araştırmacılar görsel malzemelere daha çok önem veriyorlar, koleksiyoncular arasından da, topladıkları malzemeleri araştırma, kitap, sergiye dönüştüren birçok kişi var. Örneğin Mert Sandalcı, Haluk Oral koleksiyonlarını araştırmaya dönüştüren isimler arasında ilk aklıma gelenler... Araştırmacılar da giderek çok daha fazla görsel kullanmaya başladılar, bunun öncüsü ise rahmetli Metin And’dır.Günümüzde artık görsel malzemenin önemi her dönemden daha fazla. En başta sergiler ve kitaplar, bu tür malzemeler olmadan açılamaz hale geldi. Gündelik yaşamı ele alan sergiler bu gereksinimi en çok duyduğumuz sergiler elbette. İnternet çıktı çıkalı, metinden çok görsel önem kazandı. Bunun ne denli anlamlı olup olmadığı ise ayrı bir konu. Bloglarla başladı mesele instagrama kadar uzandı. Paylaştığımız fotolar, belgeler, görseller yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bunların büyük çoğunluk ise doğal olarak efemera kavramı içinde olan malzemeler.
Bence efemera artık yaşamımızın zenginliğini artıran, araştırma ve sergilerin çok boyutlu olmasını sağlayan en önemli ögelerden biri.


Hiç yorum yok: