29 Ocak 2012 Pazar

BİR DÜNYA GÜZELİ: KERİMAN HALİS


Türkiye'nin ilk ve tek dünya güzeli Keriman Halis 99 yaşında bu dünyaya veda etti. Yıllardır kendisi ve çevresindeki kişilerle (Muhlis Sabahattin, Melek Kobra, Neveser Kökdeş) ilgili yazdığım makaleler dolayısıyla görüştüğüm (ama bu görüşme sadece telefonda olabiliyordu) Keriman Hanım'ın dünya güzeli seçilmesinin öyküsünü de daha önce Gramofon Çağı kitabımda aktarmıştım. İlk dönem güzellik kraliçelerimizi anlattığım bu yazının Keriman Halis'le ilgili bölümü şöyle:

(...)

1932 yılı başlarında Cumhuriyet gazetesi yeniden yarışma yapılacağını ilan etti. Bu kez Alman usulü (!) yarışma yerine Fransız usulü tercih edilmişti. Yani arzu etmeyenlerin resimleri yayılanmayacak, isimleri gizli tutulacak, 25-30 kişilik küçük bir jüri güzeli seçecekti. Kraliçe de, seçilmesinden sonra halka tanıtılacaktı. Ayrıca bu yıl, seçilecek güzele bütün yol masrafları dışında beş yüz lira da armağan edilecekti. Gazete 15 Haziran'dan 2 Temmuza kadar 17 gün boyunca güzelleri yarışmaya davet etti. 16-25 yaşlarında evlenmemiş, namuslu kızların "hafif ve balo kıyafetiyle" yapılacak bu seçime katılabileceği; kazanamayanların "izzet-i nefislerinin rencide edilmemesi için" adlarının açıklanmayacağı ilân olundu. Üstüste yapılan bu duyurulara rağmen katılım çok düşük oldu. Ancak 20 genç kız başvurmuş, jüri de bunlardan hiçbirini kraliçeliğe layık görmemişti. Bu nedenle 1932 güzeli ilan edilmedi ve dolayisiyle Nice'de yarışmaya kimse yollanamadı.

1932 yazında bu kez Belçika'da yapılacak dünya güzellik yarışması düzenleme komitesinden bir davet geldi. Gazete bu davete uyarak Haziran ayında yeniden bir duyuru yaptı. Yarışmaya katılan sekiz kızın içinden Keriman Halis, 25 jüri üyesinin 22'sinin oyunu alarak birinci seçildi. Güzelimiz, bir kaç gün sonra Taksim Bahçesi'nde halka takdim edildi. Yarışmanın ayrıntılarını Vâ-Nu'nun [Vâlâ Nurettin] kaleminden okuyalım:
"Bu sene hakem olmama rağmen, gazeteci merakımı yenemiyerek Cumhuriyet matbaasına saat beşe doğru gittim. Maksadım, hâlisane, sadece sevaba girdim: 'Güzele bakmak sevaptır' derler!
(...) Beni büyük bir nezaketle içeriki hakem salonuna aldılar. Bakındım: Abdülhak Hâmit, Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Ahmet Haşim, İzzet Melih, Peyami Safa, Çallı İbrahim beyler; diğer edebiyatçılar ve bediiyatçılar... Keza hanımlar: Lüsyen Abdülhak Hâmit, Fahrünnisa İzzet Melih, geçen senenin kraliçesi Naşide Saffet ve karikatürist Melâhat hanımlar ve diğerleri...(...) Çepçevre oturuyoruz, Perdeler, ziyanın fazla girmesine müsaade etmesi için açılıyor. Ortaya bir masa konuluyor. En geride fotoğrafçılar. Cumhuriyet namına bir muharrir diyor ki:
- Hanım efendiler, bey efendiler! Müsabaka başlayacak. Rica ederiz; kendilerini teşhir eden hanımlara isimleri sorulmasın ve resimleri çekilmesin. Zira, ekserisi , kraliçe olamadığı takdirde sütunlarda teşhir edilmesini istemiyor. Esasen bu sene, müracaatçıların az olmasına sebep de, bir çok hanımların teşhir edilmekten korktuklarıdır.
Rey varakaları dağıtılıyor. Namzet az olduğu için sade bir kişiye rey verilecek. Kraliçelik talipleri, birer birer masanın üstüne çıkıyorlar. Sağa sola dönüyor, bacaklarını dişlerini gösteriyorlar. Dişleri gözüksün diye, ekseriya Halit Ziya yahit Peyami Safa bey, güldürecek bir söz söylüyor.
Namzet yedi tane (geçen seneler yüz küsurdu), içlerinde bir tanesi, müsabakaya girimek cüretini nasıl gösterdiğine şaşılacak kadar çirkin. Diğerleri zararsız. (...) Asıl reyler beş numaralı Keriman Halis hanımda tekâsüf etmiştir. Hemen ittifaka yakın bir ekseriyetle o birinci seçiliyor. (...) Naçizane fikrim sorulursa, bu senenin kraliçesini, geçen senenin kraliçesiyle yan yana dururken şöyle bir kıyas ettim... Hiç de fena bir intiba bırakmıyor! Vücudu mütevazin, narin, teni taze saftır. Siyah saçları ortadan muntazam ayrılmış; ensesine küçük bukleciklerle dökülüyor. Yüzü de çizgi ve renkleri noktasından ggüzeldir. İlâhelerden "Diana" tipi; fakat gözlerine ve kaşlarına azıcık Özbek ırkının kısıklık ve çekiklik hususiyeetleri karışmış vehmini veriyor... İfadeleri sakin, hareketsiz... "Statik" bir güzellik.(...)
Keriman hanım, on sekiz yaşındaymış. Babası Hızır isimli itfaiye şirketinde çalışırmış. Küçük hanım, azıcık Fransızca bilirmiş. Feyziye ve Nişantaşı Kız Lisesinde orta tahsil derecesinde okumuş. Kendisine hayatta muvaffakiyetler dileriz." (Foto Süreyya, No.16, 15 Temmuz 1932)

Yarışmaya katılan adayların çok az sayıda olması bazı basın çevreleri tarafından alay konusu yapıldı. Son Posta gazetesi, Keriman Halis'e Türkiye güzeli değil, olsa olsa "Cumhuriyet gazetesi güzeli" denebileceğini belirtiyordu! Ama bu eleştiriler çok etkili olmadı. Kamuoyu Keriman hanımı beğenmişti. Gazeteler ondan bahsediyor, hayranları telgraf çekerek onu kutluyorlardı.

Bir dünya güzeli: Keriman Halis

Ardından bir mucize geldi. Belçika'da yapılan yarışmada, Keriman Halis'in dünya güzeli seçilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti onuncu yılına güzel bir armağanla girmiş oldu. Artık dünyanın en güzel kadınına sahip olmakla övünebilecek bir ülkeydik!

Keriman Halis'in "Dünya Güzeli" oluşunun öyküsü kısaca şöyle:
Keriman hanım, çeşitli kurumların hediye yağmuruna tutulduktan sonra 10 Temmuz gecesi Belçika'ya hareket etti. Dünya'nın dört bir köşesinden gelen güzeller şerefine Ostonde'de, Spa'da garden partiler, çaylar, balolar düzenlendi. Büyük seçimden önce, güzeller aralarında bir seçim yaptılar. Ne çare ki her güzel kendine oy verdiği için bir sonuç alınamadı. Keriman hanım ise, "Ben, çekimser kalacağım, güç iş bu," diye düşüncesini açıklıyordu. Türkiye'de ise Belçika'dan gelecek müjdeli bir haber bekleniyordu. Ve beklenen ilk müjde geldi: "Keriman Halis finale kalan 7 güzel arasında!" Ardından büyük haber: "Türkiye güzeli bugün saat 17.15'de Dünya Güzeli seçilmiştir." Dünya güzeli bir Türk kadınıydı artık!

Keriman hanıma üç gün içinde tam 30.000 tebrik telgrafi çekildi. Atatürk'ün bu konuda ilk açıklaması 3 Ağustos günü şöyle olmuştu: "Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu bildiğimden, Türk kızlarından birinin dünya güzeli seçilmesini tabiî buldum." 8 Ağustos tarihli Cumhuriyet'de ise Abdülhak Hâmit şöyle yazıyordu:
"İşittim ki Keriman Hanım kendi güzelliği için 'fanidir' demiş. Bir ilâhe nasıl fani olur? Güzellik bir ilâhei halkadır"

Keriman Halis ve diğer ülkelerin güzelleri Belçika'dan Fransa'nın Dovil kentine geçtiler. Yol üzerinde halk dizilmiş, dünya güzelini alkışlamaktadır. Türkiye'ye dönüşü ise gerçek bir olay oldu. Onu karşılamak için özel bir komite kuruldu.

Yurda döndükten sonra Keriman'ı Ankara'ya çağıran Atatürk,"Sana Ece soyadını verdim, Türk kadınlığını dünyaya tanıttın," diyerek kadehini onun şerefine kaldırdı. Peyami Safa'nın Keriman Halis'in dünya güzeli seçilmesinin ardından Cumhuriyet gazetesinde yazdığı makale ise, o günlerin "halet-i ruhiyesi"ni göstermesi açısından oldukça ilginç: "Keriman Halis'in bütün dünyaya ispat ettiği şey, yalnız ferdî bir güzellikten ibaret değildir. O, dühe kadar kafes arkasında yalnız insan yumurtlamaya yarar, acayip bir kümes hayvanı zannedilen Türk kadın ile, bugünün beynelminel hareketlerine karışan, zeki ve cevval bakışlı Türk kızının farkını meydana çıkardı. Türkiye'nin geçirdiği inkılâp hakkında yazılmış ve yazılacak bütün kitapalardan ziyade fikir vermek kudretini haizdir..."

Keriman Halis birkaç yıl tüm basının gözdesi oldu. Onun özel yaşamı, beğenileri, yaptıkları dergi sayfalarını doldurdu. Kapaklar fotoğraflarını yayınlamak için yarıştı. Kolay mı? Dünya güzelimiz, yeni bir ülkenin, Türkiye'nin dünyanın dört bir köşesinde daha çok tanınmasını sağlamıştı. Onun için ne yapılsa azdı!
(…)

Hiç yorum yok: