29 Eylül 2009 Salı

BABYLON 10 YAŞINDA!


Babylon 10 yaşını kutlarken, beraberinde bir de "Babylon 10" adını taşıyan enfes bir kitap yayınladı. 10 yılın hemen her şeyi sığmış bu 430 sayfalık kitaba. Fotoğrafları, tasarımı, cildi kusursuz. Bendenizin de naçizane bir yazısı yer alıyor içinde. Bunu sizlerle paylaşmak istedim.

HER DAİM BABYLON

Evvel zaman içinde... Yirmi yıllık bir tarihten sözedeceğiz demektir! Ama Babylon’a gelmeden bu tarihin ilk yazıldığı günlere dönmemiz gerekiyor. Pozitif diye bir kuruluş olduğunu işitmem Sun Ra’dan önce midir, sonra mı? Şimdi sorsanız hatırlamam. İtiraf etmek gerekirse ne Sun Ra’yı tanıyordum, ne de ardından getirdikleri David Murray’i... Zaten eskiden ne vardı caz adına? Hadi haklarını yemeyelim, Şan Tiyatrosu’nda yapılagelen Bilsak Caz Festivali ile Arnavutköy’deki Naima adlı klüp bir neslin merakî caz tutkularının tohumlarını atmıştır. Ama öte yana geçmemizi sağlayan sağlam köprüler de Pozitif tarafından inşa edilmiştir. Sezar’ın hakkı Sezar’a...

Ben tanışmamızın ilk Efes Pilsen Blues Festivali’nde yani 1990’da olduıunu sanıyordum. Ama Ahmet Uluğ tam olarak hatırlıyor. Maçka G-Amfisinde verilen Hal Singer konserinde tanışmışız. Ortak arkadaşımız Figen İsbir sayesinde gerçekleşmiş bu randevu. “Ben yaptığınız işleri pek beğeniyorum,” demiş miydim acaba? Pozitif ekibi de garip garip bakmış, bu adam da nereden çıktı şimdi, diye düşünmüşller miydi? İlk diyalogların nasıl geliştiği meçhul. Öyle ya da şöyle, o günden bu güne peşlerini bırakmadım hiç...

O zamanlarda sponsorluk müessesesi pek gelişmediğinden Pozitif dergiler çıkarır, bunlara ilan alır, caz konserlerini de böyle finanse etmeye çalışırdı. Kirli çıkı olduğumdan bu dergilerin epeysi hala elimde. Hoş yazılar ve daha da hoş fotoğraflarla süslü. Bu fotoğrafları Cem Akkan çekerdi (şimdi nerede ne yapıyor acaba?). O dergilerden birine benden yazı istemek gafletinde bulundular. Biraz daha yanaşıverdim, teknelerine sıkı ilmiklerle bağladım kayığımı.

İrtifa yüksek, mesafe pozitif

Pozitif benim için ne demek? Bunun cevabını epeydir biliyorum. Bir kere Pozitif yakın tarihimizin en önemli yaratım modellerinden biridir. Sıfırdan başlayıp, sadece kendi zevklerini temel alarak, bir kentin (ve hatta ötesinin) müzik zevkini yeniden belirlemek başarısını gösterdiler. Müzik ve özellikle de caz seyircileri, Pozitif olmasaydı acaba hangi irtifalarda takılıp kalacaklarının farkındalar mıdır diye düşünürüm zaman zaman. Pozitif benim için bir ufuk çizgisidir.

Pozitif aynı zamanda, Türkiye emprezaryo tarihinin vardığı en çağdaş noktadır. Biraz ilgilendiğim bir konu olduğundan, yirminci yüzyılın başından bu yana kimlerin, hangi çabalarla yurtdışından sanatçı getirdiklerini iyi bilirim. Bu ilginç tarihte yolculuk ettiğimizde Fransız Tiyatrosu’nu yöneten Arditi ile Saray Sineması’nın müdürü Franko’nun attığı ilk adımlardan Egemen Bostancı’ya ulaşır, oradan Pozitif’e geliriz. Ve nokta!

Plaklar ve öyküdeki yeri

Babylon’dan birazdan uzun uzun bahsedeceğiz. Doublemoon plak şirketini de anmadan geçmeyelim. Bu girişim, Pozitif’in kendi topraklarından evrensel bir müzik çıkarmak yolundaki ilk çabalarıdır. Meyveler de lezzetli ve kalıcı olmuştur. Dünyaya pozitif bir seda da bu sayede eklenmiştir. Öte yandan Pozitif, Açık Radyo kurulduğunda müzik işlerinin sorumluluğunu üstlenmiş, diğer arkadaşları yanısıra beni de program yapmaya çağırmıştı. Aman yaman dememe aldırmamış, sıradan bir plak toplayıcısından on yıl program üretecek bir yapımcı ortaya çıkmasını sağlamışlardır (şimdi yapmıyoruz ama bu ayrı bir hikaye).

Gelelim Babylon’a. Daha ortada Babylon filan yok. Ahmet Uluğ bir gün beni alıp Asmalımescit’in arka sokaklarına götürdü. Eski bir marangozhanenin önünde durduk. İşte burası, dedi, ne dersin, gelirler mi buraya? Yıllardır bir caz kulübü açmayı düşleyen Pozitif, o zamanların bu pek kuş uçmaz kimse uğramaz bölgesinde metruk bir yapı almıştı. Şöyle bir baktım Ahmet’e ve “Siz olmasanız gelirler diyemezdim ama durum farklı, korkmayın bir kaç yıl sonra herkes alışır,” dedim. Tabii ben dedim diye yapmadılar Babylon’u. Ama iyi ki de yaptılar. Asmalımescit bir yüzyıl ileri sıçradı böylece.

Cennet mekan Babylon

Ben Babylon’u pek severim. Açıldığı günden bu yana da her önemli konsere giderim. Anılarım muhtelif. Müthiş performanslar seyretmişimdir sayelerinde. Patricia Barber, Bonnie ‘Prince’ Billy’, The Fall, Chicago Underground Trio, Blues Explosion, Mike Stern Band, Jimmy Scott, Fun-De-Mental, Embryo, John Lurie, Ray Anderson, David Murray, Sarah Jane Morris, ICP Orchestra, Arto Lindsay en unutulmaz konserlerim.

Mekan önemlidir. Örneğin Babylon’da seyredip rüyalarıma giren Patricia Barber, bir daha hiç aynı zevki vermedi bana. Bazı sanatçılar bazı mekanlara daha yakışır. Semiha Berksoy’lu ve de Killing kıyafetli Baba Zula konseri Babylon dışında nerede aynı tadı verebilirdi ki...

Ben Babylon’u sıkış tıkış olunca sevmem. Kalabalıktan hoşlanmam. Bu nedenle çok istememe rağmen meselâ bir Nil İbrahimgil konseri izleyemedim daha! Hani çok boş da olmasın ama şöyle orta karar bir kalabalık en güzeli. Bu havada seyrettiğim Hayko Cepkin veya Replikas konserleri daha bir yer etmiştir hafızamda.

Haftasonlarından hoşlanmam. Hatta önemli konserler haftasonuna denk gelirse canım sıkılır. Çünkü cuma cumartesi sırf mavra yapmak için gelenler huzur bozar. Konserin ne olduğu umurlarında bile değildir. Maksat eğlencedir, dinlence değil. Babylon’un havası bulanır. Başka zamanlarda da bulandığı olmuştur. Akustik konserlerde sıkılıp konuşanlar atmosferi tarumar eder. Bu nedenle kavga etmişliğim bile vardır. Bant dergisinin Damon & Naomi ve Cat Power konserlerinde çileden çıkıp ekşi sözlüklere bilem düşmüşümdür.

Güzel mekanda güzel insanlar

Pozitif partilerini severim. Yani Babylon Juke Box’ları. Bu partilerde Pozitif’in ortakları Mehmet, Ahmet ve Cem pikap başına geçerler. Güzel şeyler çalarlar. Mehmet yıllar önce ilk Lhasa plağını burada çalmış, ben de hemen yanaşıp kapağına bakmışımdır mesela. Eş dost biraraya gelir. Yüz aşinalığı tavana vurur.

Bir çok sanatçıyı ilk kez burada dinlemişimldir. Hiç tanımadıklarımı bile... Merakımı gideririm. Mehmet birgün beni Chicks on Speed konserinde görmüş, buna da mı geliyorsun, pes yani bile demiştir... Tamam yaşlandık ama bu kadar da yüze vurulmaz ki!

Personeli eşsizdir. Gece mekanlarında rastlamaya hiç alışmadığımız bir kibarlıkla davranır, sizi tehditkâr bakışlarla süzmezler. Kapısından vestiyerine, barından ses düzencisine güzel insanlardır.

Babylon’da begenmediğim şeyler olmamış mıdır? Olmuştur, ama azdır. Cem Adrian konserlerinden, Orhan Osman’ın buzukisinin balkondan iple inmesinden, havalandırmanın zaman zaman Sibirya soğukları estirmesinden elbette hoşlanmamışımdır. Ama bu tür konserlere bir daha gelmemek, soğutma fırtınalarına karşı arka cebinde bir şapka taşımak gibi çareler ner zaman mevcuttur.

Zaman içinde Babylon doğurmuş, arkasına koca bir bina çıkılmıştır. Altına da yeni bir keyif mekanı eklenmiş, Babylon Lounge dönemi başlamıştır. Burada ne güzel tatlılar yiyip ne müthiş Nina Simone plakları çalmışlığımız vardır.

Babylon, fanatizmden hiç hoşlanmayan benim gibi birinin yaşamındaki bir iki fanatiklikten biridir. Gerçi dinlemediler ama, Babylon temalı şarkılardan oluşan bir radyo programı bile yapmışımdır onlara ithaf ederek... Babylon forever...

Şimdi bu yazıyı bitirmek lazım. Daha ne desem, ne desem... Ey er aş Pozitif kan taşıyan kardeşlerim! Sizi model alanlar artar, sponsorlarınız çoğalır, keyfiniz köpürür, mekanlarınız daha da büyür inşallah... Tahtaya vuralım, Pozitif’e koca bir maşallah üfürelim. Titrete titrete...

Dinlemedikleri “Babylon” temalı radyo programının playlisti:

1. Blue Cheer, Babylon
2. Dr. John. Babylon
3. Don McLean, Babylon
4. Ajda Pekkan, Babylone
5. Boney-M, Rivers of Babylon
6. The Ruts, Babylon’s Burning
7. Steely Dan, Babylon Sisters
8. Nico, Hanging Gardens
9. Bob Marley, Chant Down Babylon
10. Jane Birkin, Baby Alone In Babylone
11. Sinead O’Connor, Fire on Babylon
12. Einstürzende Neubauten , Der Schacht von Babel

Hiç yorum yok: