20 Temmuz 2008 Pazar

PAZAR YAZILARI


NİSANTAŞI CUMHURİYETİ
Eskiler böyle dermiş Nişantaşı’na. Farklı insanların yaşadığı bir semt olarak görülmüş her zaman. 1980’lere kadar sürmüş hükmü. Ardından yavaş yavaş bir iş semtine dönüşmüş. Benim Nişantaşı yıllarım da işte o yıllar başladı.

Nişantaşı yıllarım. Öyle pek uzun da sürmedi. 1982 yılıydı sanırım geldiğimde. İzmir’de Üniversite’den ayrılmış, Ajans Ada’ya kapılanmıştım. Akkavak Sokak’taydı ajans. Kısa süre sonra da iş yerine yakın olsun diye Kodaman Sokak’ta bir daire kiralamıştık. Nişantaşı’na hemen alıştım. İlk keşfim Akademi Kitabevi oldu. Hadi Olca’nın sahibi olduğu bu kitabevi, o zamanlar semtin okur yazarlarının buluşma merkeziydi. Oğulları Muzaffer ve Uğur’la da tanıştık elbette. Muzo’nun karısı Hülya da dükkanda dururdu o yıllarda. Arada sırada paraya kıyıp İbrahim Lokantası’na giderdik. Gelmiş geçmiş en iyi semt lokantalarından biriydi İbrahim. İbrahim Bey’in oğlu Mehmet’le de Muzo sayesinde arkadaş olmuştuk.

Ajans Ada yılları

Ajans’ta ilk yıllarımda yazarlık yanısıra hemen her işe bulaşırdım. Reklamcılığı daha iyi öğrenmek için mutfağına girmek gerekli diye düşündüğümden. Aygaz’a, Hisarbank’a, Güneş Gazetesi’ne ve diğer müşterilere sloganlar yazmaktan yorulunca kalkar sokağı seyrederdik. Ajans’taki odamızın penceresinden çiçek satan çingeneler görülürdü. Hâlâ aynı yerde duruyorlar. Oda arkadaşım Alper Uygur resimlerini yapmış, ben de çerçevelemiştim, şimdi yazlıkta o yüzden bu yazıya koyamadım. Yazarlık yolunda ilk adımlarımı da Ajans Ada’da atmıştım. Genel yönetmenimiz Ermin Salman, Efes Pilsen’in PR’ı için bira tarihini kaleme almamı istemişti. Ben de eski zaman kitapları arasına gömmüştüm kafamı. Yazı yayınlanınca hoşuma gitti, başka tarihlerin de peşine düştüm.

Ajans Ada anılarıma dalarsak başka bir rotaya gireceğiz. Gelin sokağa çıkıp, o yılların Nişantaşı’nı dolaşalım. Alaattin’in dükkanına uğrayıp sigaramızı alalım. Dürüm yiyerek öğle yemeğini geçiştirmeye çalışalım. Singer Bayii, rahmetli Sabri amcamın arkadaşı Aral abiye uğrayıp laflayalım. Vakit kalırsa, en sık uğradığım yere, Teşvikiye Camii’nin önüne demir atalım. Burada ressam Cemil Başo tablolarını satar, Zihni de tezgah açardı. CD’lerin ilk yılları, daha ithal bile edilmiyorlar. Zihni, sanırım memleketi Adana’nın PX’lerinden alışveriş etmiş Amerikalılardan toplardı ikinci el CD’leri, biz de bir heves alırdık ne bulursak. Zihni şimdi koca Zihni Müzik oldu Akmar Pasajı’nda... Cami önünde tezgah açan bir de kitapçı genç vardı. Süha’ydı adı. Sonra başkaları da açtı, ama bu işin piri Süha’dır. İşte bu Süha (soyadı Tuğtepe) geçenlerde bir kitap yazdı ve yayınladı. Adı: Nişantaşı, Nişantaşı (Renkli Sinemaskop Yıllar)...

Bir alt kültür kitabı

Süha ile aynı yıllar yaşamışız Nişantaşı’nda. Gerçi onun semt macerası daha erken başlamış, rastlaşmamız ortalarına düşer. Aynı zamanlarda, zaman zaman aynı insanlarla arkadaş olmuşuz. Ama elbette farklı yaşamışız. Hatta oldukça farklı...

Süha Tuğtepe kendi deyimiyle “serseri” yaşamı seçmiş. Atını bir yere bağlamadan, kayda geçmeden, bağlılıklardan kaçarak yaşamış. Bu yaşam içinde elbette Nişantaşı’nın bıçkın kesimlerini de tanımış. Onlarla birlikte olmuş. Bu yanıyla kitabı bir alt kültür belgeseli. Ayakta kalmak için dostluklar kurmuş, kitap almak için evlere girip çıkmış. Kitabı bu açıdan da bir semt kütüğü.

Bakın ben Süha’nın kitabından bilmediğim neler öğrendim Nişantaşı hakkında. Baytar Ahmet Sokağı’nın üstündeki Üçkahveler’deki eski kabadayı kültürünü farketmemişim bile... Nişantaşı’nın bütün kapıcılarının Cide’li olduğunu da (bu arada söylemeden geçmeyelim Süha da Cide’li). Kulağı kesik Papikçi Cafer Baba’nın sözlü Nişantaşı tarihi ise kitabın gizli cevheri. Daha küçük ayrıntıları da atlamışım Süha’nın Troçkist tayfasından olduğunu, Sakallı Lütfü ile bir dönem kanka takıldıklarını, Seyhan Erözçelik’in Sansar lakabıyla anıldığını bilmiyordum mesela... Unuttuklarımı da hatırlattı bana. Ringo lakaplı bir seyyar meyva satıcısı vardı mesela. En kibar ve en pahalı meyvaları satardı. Bize değil, cebi dolu zevata elbette...

Süha Tuğtepe’nin kitabını Nişantaşı’yla dirsek teması olmuş herkese tavsiye ederim. Beğenmediğim tek yanı Süha’nın üslup yapmak için kendini fazla zorlaması. Olduğu gibi yazsa daha keyifli olurdu... Sağol Süha, Nişantaşı’ya bu aralar gitmek içimden gelmiyor ama, senin yazdıkların ilaç gibi geldi bana...

HAMBURGER VE AYRAN

Türkiye’ye yeni girecek olan McDonald’s, Ajans Ada ile flört ediyordu. Ön çalışmalar sırasında Alper’le ben, hamburger kültürümüz üzerine gözlem yapmak için yollara düştük. Nişantaşı’ndan Taksim’e sandviç dükkanlarına girip notlar alıyorduk. O yıllarda Kristal Büfe ve benzeri yerler revaçtaydı. Sucuklu, salamlı, çifte kaşarlı, salçalı, hardallı ne tür sandviç varsa tattık. Hamburgerleri de elbette. İzmir usulü kumrular daha bu kente girmemişti. Simit dünyaları da... Sonunda bir rapor yazdık. Sandviçimizin ulusal özelliklerini sıraladık ve olmazsa olmasz bir noktaya işaret ettik. Mutlaka ayran satışı olacak! Türk milleti ayransız sandviç yemez! McDonald’s ise evrensel ilkelerinden vaz geçmek istemiyordu. Bu nedenle bizim raporu ciddiye bile almadılar. Piyasaya ayransız girdiler. Ama sonunda ne oldu? Ayransız

Hiç yorum yok: