ŞİKEMPERVER REFİK HALİD
“ ‘Şikem’ karın mânasına gelir, karnını besleyen, seven demektir. Bir
de Fransızca ‘gourmet’ kelimesi vardır. Türkçemizde karşılığı pek yoktur, onu
ekseriye ‘gourmand’ ile karıştırırlar, kısaca ‘obur’ derler. Yanlıştır, az
yiyen, yediğini seçen, ağzının tadını bilen demektir. Eskiden ona da
‘şikemperver’ derlerdi.” Ardından bizdeki ‘şikemperver yazarlar’ı sıralamaya
başlar: En baaşta gelen üç isim Ahmet
Mithat Efendi, Ahmet Rasim ve Refik Halid Karay’dır.
Her daim başvurduğumuz bir yazar olan Refik Halid Karay, yemek
yazılarına bir edebiyatçı edası ile yaklaşır, onlara ayrı bir yoğunluk verir, yemekleri adeta canlandırıp önümüze koyar. Bir çok
kitabında dayanamaz, sözü dolandırıp hemen yemek içmek bahsine getirir. Örneğin
Ago Paşa’nın Hatıratı’nda yemek
hazırlamanın bir “güzel sanatlar” konusu olduğu tezini ortaya sürer: “Usta bir
ahçının meselâ bir sigara böreği için hamur açışını en ince teferruatiyle
gözden geçiren bir adam himmetin, nezaket ve rikkatin bu derecesine nasıl
hayran olmaz? Oklavada sanki bir sır, bir tılsım vardır, hamuru nasıl inceltir,
nasıl şeffaf bir hale sokar ve sonra çarpar, silker, hırpalar da, nasıl olur da
yırtmaz, parçalamaz ve gittikçe, büyültür, açar...” Karay, bir heykeltraş, bir
ressam, bir mucit zekası ve yeteneğiyle çalışan bu ahçının, eserinin ne yazık
ki hemen kaybolmaya mahkum olmasının merhametsizliğine dikkatimizi çeker. Yemek
kültürünün bir uygarlık ölçütü olduğuna da işaret eder: “Kenarına bak bezini
al, anasına bak kızını al dedikleri gibi ‘yemeğine bak, adamını al’ demek de
kabildir ve böyle demekle çok doğru ve çok irfanlı bir söz de söylenmiş olur.
Vahşiler medeniyetin kapısına, gıdalarını pişirmeğe başladıkları gün
yanaşmışlar ve haşlamasını icat ettikleri gün de içeriye ilk adımlarını
atmışlardır.”
Refik Halid’in yemekleri anlatırken nabzı yükselir, heyecandan yerinde
duramaz olur. Üç Nesil, Üç Hayat kitabında
balkabağı tatlısı bu nedenle bir tablo haline dönüşüverir: “Göz ısıtan sıcak rengi, ağdalanmış koyu
şekeri ve bol cevizi ile balkabağı bir kış tatlısıdır. Eskiden bu mevsimde her
ev sofrasında bir kaç kere yer alırdı. Kabak tatlısını yerken insan kor
parçaları yutan bir hokkabaza, bir sihirbaza, bir Rüfaî dervişine benzer.
Dudağa dokunuşu soğuktur amma boğazdan geçti mi mideye bir ateştir yayar, hattâ
fazla yenirse sıcaklığı damarları kaplar. Kanınıza tutuşmasından çekineceğiniz
bir ecza, alkol ve benzin gibi bir şey karıştığı kuşkusuna düşersiniz.”
Üstadımızın yemekleri yalnız yazarken değil, yerken de aynı şehveti
duyduğu yine kendi satırlarında gizli. Makyajlı
Kadın kitabından aktarıyorum: “Külde pişmiş patlıcanı şu tarzda yerim:
Ateşten, olduğu gibi kabuğiyle önüme getirirler; bıçakla ortasından boylu
boyuna yarar, sırtı altına gelmek şartiyle tabağa bütün heybetiyle sererim;
üzerine tuz, karabiber ve zeytinyağı… -Biber, küçük sofra değirmeniyle taze
taze, iri kıyım öğüdülmüş olmaldır. Durmuş toz biber, lezzetinden ve
rayihasından yüzde doksan kaybeder- İşte güzel, ılık, çeşnili, iştah verici
dumanı, buğuyu o zaman görünüz! Evvelâ onu iyice koklarım; sonra çatalı yan
tutarak başlarım sıyırmaya… İç, kabuktan kolayca ayrılır ve geriye yalnız bir zar
kalır.”
İnkılap Kitabevi pek
hayırlı bir iş yaparak Refik Halid Karay’ın bütün eserlerini yeniden bastı,
yetmedi, kitaplaşmamış yazılarını da tek tek kitap haline getirdi, getirmeye
devam ediyor. Aydede dergisindeki
yazılar 1922 ve 1948 dönemi olmak üzere iki ayrı cilt oldu. Gazete ve dergi
yazıları ise “Memleket Yazıları” genel başlığıyla dört kitaba ulaştı. İşbu
şikemperverizm yazısı da dizinin dördüncü kitabı olarak yeni yayınlanan Mutfak Zevkinin Son Günleri nedeniyle kaleme
alınıyor.
Kitabın ilk
yazılarından birinde Refik Halid de bir şikemperver tarifi yapıyor: “”boğazına
düşkün, ağzının tadını bilen, güzel yemek düşkünü, yemek titizi adamlar”...
Ardından yukarda andığım Fikret Adil makalesine katkı yaparcasına (aslında
Fikret Adil’in yazısı çok daha sonra 1956 yılında yayınlanmıştı, Karay’ın söz
ettiğim makaleleri ise 1944-48 tarihli) bizim şikemperverleri anlatıyor:
“Tevfik Fikret de yemek meraklısıydı, yemek de pişirirdi. Ahmet Haşim’in ise patlıcan
dolması uğrunda öldüğü söylenir. Rıza Tevfik iyi yemekten, hele et yemeklerinin
iyisinden anlıyan bir sanatkârdır; mutfağa girmekten, girip misafirlerine
lezzetli yemek hazırlamaktan keyif duyar. Eliyle yaptığı püryan, keşkek ve
bezelyeli salata ahbaplarınca meşhurdur.” Yazısının daha sonraki satırlarında şikemperver
listesine ressam Şevket Dağ’ı, yazar Semih Mümtaz’ı serasker Rıza Paşa’yı,
Şehislâm Cemaleddin Efendi’yi de katar. Yahya Kemal’i ise “o daha ziyade
lokanta ve davet müdavimidir” diyerek liste dışı bırakır.
Kitap bir yeme içme
ummanı. Hepsi birbirinden keyifli yüzlerce makaleden oluşuyor. Bölüm başlıkları
ise şöyle belirlenmiş: Yemek Kültürü/ Lokantalar/ Alışveriş/ Ekmek-Simit/
Sebzeler/ Etler/ Balıklar-Deniz Ürünleri/ Salata malzemeleri, salatalar ve
mezeler/ Pilav-Makarna-Börek/ Yumurta/ Süt Ürünleri/ Yemişler, Meyvalar/
Tatlılar-Şekerlemeler/ Mükeyyifat [Keyif vericiler]/ İçme Kültürü/ Abur Cubur.
Bilmem nasıl bir
sofraya davet edildiğimizi biraz olsun hissettirebildim mi? Ne diyelim; bizi bu
sofraya çağıranlara, sofranın ön hazırlıklarını yapanlara (önsözü yazan Artun
Ünsal’a, özellikle de diziyi ve kitabı hazırlayan Tuncay Birkan’a) teşekkür
edip yemek odasına geçelim. Afiyet olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder