5 Aralık 2008 Cuma

MÜZİK YAZILARI


FIRTINADAN ÖTESİ KASIRGA: GRACE JONES
Geçen hafta eski plaklarının tozunu aldım, kapaklarına yine hayranlıkla baktım ve o etkileyici sesi bir kez daha dinledim....Grace Jones’u hatırlamam için bu aralar bir sürü vesile var aslında. Bu yıl 60’ını doldurdu mesela... Yirmi yıldan bu yana ilk stüdyo albümünü doldurdu üstüne üstlük... Daha ne olsun!

Şimdilerde yeni albümü çıktı ya, doğal olarak tüm dergiler onunla röportaj yapmak istiyorlar. Yapıyorlar yapmasına da, bu yazılar genellikle uzun bir girişle başlıyor. Randevunun ne denli zor alındığı, Jones’un onları kaç kez atlattığı, kaç saat geç kaldığı, nasıl sorulara cevap vermeyip kafasına göre takıldığı, önce yemek yiyip sonra kafayı iyice çektiği ve çılgınca kahkahalar atarak ortalığı birbirine kattığı gibi gözlemler bu röportajların ortak paydası. Kadın bir gazeteciyseniz ve Grace’in azgın bir anına denk gelmişseniz göğüslerinize yapışıp dudaklarınıza uzanması bile söz konusu olabilir. Ayarı olmayan bir özel yapımdır zaten Grace... Dikkatinizi çekerim, yetmişlerin sonunda yerleşik kadın imgesini yerle bir eden bir insandan söz ediyoruz. Siyah, erkeksi ve çekici. Cinsler arasında karmaşa yaratan ilk panzerlerden. Karşı kıyıdan gelip aynı görevi üstlenen Boy George misali kışkırtıcı...

Yirmi yıldır nerdeydi diye sorarsanız söyleyelim. Grace Jones biraz küsmüştü, biraz sıkılmıştı. Çok uzun bir süredir yerüstünde görülmüyordu. Özel partilerde, gizli klüplerde sahne aldığı söyleniyordu. Bu yıl Massive Attack’ın düzenlediği Meltdown Festivali’nde yeniden karşımıza çıktı. Ardından da yeni albümü Hurricane geldi. Grace Jones’la ilgili ayrıntılara yeni albümünün ipuçları üzerinden uzanalım.

Vitrindeki şarkıcı

Önce albümün kitapçığına bakalım. Grace Jones hazretleri bir yürüyen bant üzerinde Grace Jones modelleri üretiyor. Kafalar, eller, ayaklar. Önce plastik sandığımız bu replikaların bir çikolata fabrikasındaki kalıplardan çıktığını anlıyoruz. Grace her zaman bir vitrin mankeni olduğunu kabul etmiştir. Bu onu hem rahatsız eder, hem de varlık nedenidir. Onu sıradan bir disko şarkıcısı olmaktan çıkaran en önemli olgu üzerine giydirilen bu imgedir. İmgenin mimarı ise bir fotoğrafçı ve reklamcı: Jean Paul Goude.

Goude, ilk kez bir gay discoda şarkı söylerken görür Grace’i. Önce onun grotesk hatta karikatür bir figür olduğunu düşünür, ama klasik
bir Afrika güzelliği taşıdığını da hemen farkeder. Hikayesi uzun, ama sonunda Goude onun imaj mimarı ve sevgilisi olur. Beraberlikleri çok uzun sürmese de tanıdığımız Grace Jones görünüşü ve oğulları Paul bu dönemin ürünüdür.

Dönelim yaratılan imaja. Saçlar kübik biçimde üstten kesilir. Daha erkeksi bir imaja kavuşması için vatkalı giysiler, yapılı kaslarını öne çıkaran bir duruş ve vahşi bir bakışa kavuşturulur. O dönemin plaklarında “fotoğraf, giysi ve makyaj: John Paul Goude” imzası vardır. Artık bir çizgi roman kahramanıdır Grace... Kaplanlarla sahneye çıkan, kübik tabloları şarkıya dönüştüren bir efsane...

Jamaica kanı

Dönelim albüme. “This Is” açılış parçası. “Bu benim sesim, benim seçimimin silahıdır,” diye başlıyor şarkı. Sesinin gücünü ve güçsüzlüğünü hep bilir Grace. Bu nedenle konuşur gibi söyler bir çok şarkısını. Sesinin güzelliğini değil, derinliğini çıkarır öne. Josephine Baker, Marlene Dietrich gibi biraz erkeksi bir sestir bu. Damardan yakalar dinleyeni...

“William’s Blood” şarkısında bugüne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapıyor ve kendi öyküsünden yola çıkıyor. Grace Jones’un ailesi Jamaica’lı. Yaşamı boyunca nefret ettiği babası bir rahip, Jones soyadı elbette ondan gelme. Ama bir de Williams soyadını taşıyan anne var. Grace’in müzikal geçmişinde etkisi olan anne, yani Marjorie Jones güzel sesli, müziğe düşkün bir kadın (Eski bir Grace parçasında “My Jamaican Guy”da geri vokal yapmıştı, “William’s Blood”un sonunda da duyabilirsiniz bu sesi). Grace Jones bu dişil kanın peşine düşüyor şarkıda. Çocukluğunda yer aldığı kilise korosundan da esintiler var arka planda. Albümün bir başka şarkısında ise “Annemin gözyaşlarıyla ağlıyorum,” diyerek devam edecektir otobiyografik öyküsüne…

Albümden çok önce meşhur olan (Chris Cunningham imzalı) videosuyla “Coporate Cannibal” albümün en başarılı parçalarından. Video sadece iki kamerayla kısa sürede çekilmiş. Ama seyrederseniz ne kadar etkili olduğunu göreceksiniz. Parça günümüzün acımasız iş ve tüketim dünyasına batırıyor iğnelerini. Arada bizim et yiyiciliğimize de dokunduruyor, yamyamlığımızı gözümüze sokuyor.

Şeytanla yapılan anlaşma

Albümün konuk müzisyenleri arasında Brian Eno, Tony Allen ve Tricky de var. Tricky albüme adını veren “Hurricane” şarkısına imza atmış ve geri vokali üstlenmiş. “Beşikten mezara bir kadınım ben, bir oğulum,” diye başlıyor şarkı, “ağaçların üstünde esen kasırgayım,” diye devam ediyor. Kendi oğlu yani Paul Goude da Hurricane albümünde annesine geri vokal yapıyor. Bugün 29 yaşında olan Paul bir müzisyen. Grace onu çocukken kucağına alıp Afrika ormanlarında gezdirdiğini iftiharla anlatıyor.

Albümdeki diğer parçalar arasında öne çıkanlardan “Sunset Sunrise” dünyayı ne hale getirdiğimizi sorguluyor. Bir anlamda çevre sorunlarına dikkat çekiyor. “Love You To Life” ölümün kıyısından dönen eski bir sevgili için yazılmış. “Devil In My Life” ise Grace Jones’un her daim çizgi dışı oluşunu hatırlatıyor bize. Şeytan onu yücelttiği gibi rezil de etmiştir. Bunu çevirdiği filmleri düşünerek söylüyorum. Arnold Schwarzenegger’li Conan’da, James Bond dizisinden A View To Kill’de “çirkin vahşi” rollerinde seyretmiştik onu. Görmediğimiz ama sanırım hiç de hayırlı olmayan başka rolleri de var filmografisinde. Ama şeytanla yaptığı işbirliği kapsamında Andy Warhol’la, Keith Haring’le yaptığı çalışmalar da var. Grace, güzel ve kötü günleri birlikte yaşadığını hep anlatır. Şeytanla yaptığı anlaşmanın risk taşıdığının bilincindedir.

“Hurricane”in müzikal altyapısı tek sözcükle muhteşem. Artık ahde vefa mı, yoksa onlar olmazsa olmaz duygusu mu bilmem ama; bu yeni albümünde Grace’e otuz yıl önce eşlik eden ekip eksiksiz olarak yer alıyor. Başını Robbie Shakespeare ve Sly Dunbar’ın çektiği, reggea ile disko arasında kurulmuş en etkili beraberliğin mimarları olan bir ekip bu. Grace’in en güçlü albümleri Warm Leatherette ve Nightclubbing’e imza atan isimler bunlar. Yalnız ekip mi, müzik de aynı. Bu nedenle bazıları Hurricane’de çoğu parçanın eski şarkılarına benzediğini söylese de bence bu bir zaaf değil. Halis Grace Jones soundu… Evet aynı ses, aynı altyapı… Ne olmuş yani? Külliyata sıkı bir katkı! Müzikal hafızamızda kaç Grace var ki?

Hiç yorum yok: